Tarihi drama gibi davranan ama olmayan..
Yazar: Tuğçe Madayanti Şen“Jeanne Du Barry” 18. yüzyıl Fransız sarayında skandala yol açan, Kral XV. Louis'in en sevdiği metresi ve büyük aşkı haline gelen, fuhuş hayatından kontese dönüşen karakterin gerçek hikayesini anlatmakta. Aslında bakarsanız asıl skandal, Cannes Film Festivali’nin açılış gecesi filmi olarak bu filmin seçilebilmiş olması bana kalırsa. Uzun zamandır bu kadar yetersiz ve gereksiz bir saray hikayesi izlememiştik ki, sayelerinde bundan da eksik kalmadık.
Filmi, zengin bir görsellik ve kostümle desteklenen, Versay Sarayı'nın muhteşem mekanlarında geçen bir hikaye olarak tanımlayabiliriz. Ve bu açıdan Sofia Coppola'nın 2006 yılındaki festival yarışma filmi olan “Marie Antoinette” ile yer yer paralellikler taşıyor diyebilsek de filmin yönetmeni, yapımcısı ve senaristi Maïwenn’in, Amerikalı yönetmen Coppola’nın aksine post-modern bir yaklaşımı tercih etmediğini görüyoruz. Bir biyografik anlatımdan ziyade, filmin hikayesinde yoğunluklu olarak, Jeanne Du Barry (Maïwenn) ve Kral XV. Louis (Johhny Depp)’in birlikteliği ile suçlu, yaramaz, seksi aşıklar tablosu çizilmeye çalışılmış. Ancak zevksiz ve tutarsız bir anlatım ve de üstelik kimyaları hiç tutmayan başrol aşıkları ile ortalamanın epey altında bir film ortaya çıkmış.
Filmin ilk yarım saatine denk gelen, Du Barry’nin kontes olana kadar ilerleyen hayat hikayesi anlatımı bir nebze olsun ilgi çekici olabilse de filmin geri kalanı seyir zevki dahi vermekten bir hayli yoksundu. Filmin başlangıcındaki keyifli kısımlarında, hayatı daha önce başka filmlere de konu olmuş Madame du Barry’nin çocukluğunu ve gençliğini görüyoruz. 1743 yılında bir kadın hizmetçinin gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya gelen Jeanne’i okumaya ve öğrenmeye aç, zeki bir çocuk olarak tanıyoruz başlangıçta. Toplumsal önyargıların genç kızın peşini bırakmaması ile her evden kovululan ve güzelliğinin de etkisiyle kendi kaderinin kaçınılmazlığında, yirmi yaşına geldiğinde fahişelik yapmaya başlayan Jeanne, genel kültürüyle hemen soyluların hayranlığını kazanmaya başlıyor.
Ünü Kral XV. Louis’nin kulağına kadar giden Jeanne, birden kendini Versay Sarayı’nda buluyor. Fakat resmi olarak saray erkânına kabul edilmesi için soylu bir erkeğin soyadını taşıması gerektiğinden Kont Guillaume du Barry ile göstermelik bir evlilik yaptırılıyor. Ve elbette Jeanne yani XV. Louis’nin yeni gözdesi olan bu kadın kraliyet ailesindeki kadınların nefretini çekiyor.
Yönetmen Maïwenn'in, bizzat canlandırdığı Jeanne du Barry’yi saray erkânının ikiyüzlülüğüne kafa tutan bir asi ve kuralları yıkan bir moda ikonu olarak yorumlama gayreti ortada. Her ne kadar karakteri, cinsiyet normlarına meydan okuyan ve sadece varlığıyla sarayda fırtınalar estiren bir isyan figürü olarak göstermeye çalışılmış olsa da bu gayret hiç ikna edici durmuyordu. Hatta bu yönde kurgulanan pek çok sahne suni, uydurma duruyor ve bu sahnelerin verdiği abartı hissi ağır basıyordu. XV. Loui’yi canlandıran Johnny Depp yaşlanan, yavaş hareket eden ve kendine has bir ironiyle donatılmış karakterini ortaya çıkabilse de her açıdan gülünç gözüküyordu. “Benim burada, bu kıyafetler içinde ne işim var” diye bağıran Orta Amerikalı iç sesi Versay’ın pencerelerini yıkıp geçiyordu adeta. Film, eğlenceli olmadığı kadar biraz da saçma idi. Johnny Depp'in oyuncu kadrosuna dahil olmamış olsaydı ki keşke olmasaydı, bu filmden pek haberimiz bile olmayabilirdi. Bu kadar saçma bir filmin kendini bu kadar önemsemesi filmi daha da gülünç hale soktuğunu fark etmemiş olacak ki yönetmenin yersiz öz güveni hayranlık vericiydi.
Kısacası filmin, artık görmekten bıktığımız dönem ve kostüm gösterişinin zayıf anlatısının içinde sırıtışı ve oyunculukların kötü oluşu ile tarihi drama gibi davranan ama olmayan hikayesiyle seyirciye hiçbir şey sunmadığını düşünüyorum.
Tuğçe Madayanti Şen