Şiddete varacak düzeydeki, inanç ve kültürel farklılıklar ile İzlanda üzerindeki Danimarka sömürgeciliğinin anlatıldığı senaryosunu da kaleme alan Hlynur Pálmason'ın yönetmen koltuğunda da oturmakta olduğu “Vanskabte Land / Godland”; İzlanda adası boyunca yapılan destansı bir yol draması olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, 5 milyon Avroluk bir bütçeyle çekilen ve 24 Mayıs 2022 tarihindeki dünya prömiyeri de; Cannes Film Festivali'nin "Un Certain Regard" programında gerçekleştirilen, Danimarka yapımı bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Film...
"İzlanda'da ahşap bir kutu bulundu, içindeki Danimarkalı bir rahip tarafından çekilmiş yedi ıslak plaka fotoğraf ile... Bu görüntüler, güneydoğu sahilinin ilk fotoğraflarıdır...
Ve bu filmin hikayesi, o fotoğraflardan esinlenmiştir..."
Biçimindeki bir bilgilendirmeyle başlar...
***
19. yüzyılın sonlarında Danimarkalı Lutherian rahip Lucas (Elliott Crosset Hove); İzlanda'ya (o zamanlar uzaklardaki bir Danimarka sömürgesiydi) seyahat etmek ve bir yerleşim bölgesinde, kar yağıp da kış bastırmadan bir kilise inşa etmekle görevlendirilir...
Bunun üzerine...
Gezinin tamamı ile yerleşilen araziyi belgelemek gayesiyle yanına bir fotoğraf kamerası da alan Lucas; birkaç İzlandalı işçi ve onlarla aynı lisanı konuşabilen bir tercüman (Hilmar Guðjónsson) ile birlikte, bindikleri bir tekneyle yola koyulur...
***
Yolculuk esnasında...
Tercümanı Lucas'ı, İzlanda dilini...
Hepsini değilse de, en azından birkaç kelimeyi öğrenmeye teşvik ederek çalıştırır...
***
Derken...
Karaya ulaştıklarında...
Kendilerini ve devasa büyüklükteki bir "haç" ve Lucas'ın kitapları da dahil tüm eşyalarının yükleneceği atlar ile beraber, kilisenin inşa edileceği bölgeye götürecek olmasına ilaveten Danca'da bilen yerel rehber Ragnar (Ingvar Sigurdsson) karşılar...
***
Ancak...
Yolculuk hiç de kolay değildir...
***
Öyle ki...
Verilen molalarda, havanın neredeyse 24 saat boyunca aydınlık olması sebebiyle gece gündüz ayrımı yapılamıyor olduğu için...
Çadırların içine geçilerek, gün ışığında gece uykusuna yatılır...
***
Bu arada...
Sabah sporlarını aksatmamasının yanı sıra buz gibi soğuk bir havanın hüküm sürüyor olmasına karşın, kenarında kamp kurdukları nehirlerden; herkesi doyuracak miktarda balık da tutan yaşlı Ragnar'ın, işinin ehli bir rehber olduğunu anlıyoruz...
***
Neyse...
Bir sonraki kamp bölgesinde, Ragnar ile ekibindeki Friðrik (Friðrik Friðriksson), Vincent (Waage Sandø), Snæsa (Snæbjörg Guðmundsdóttir) ve küçük Frikki (Friðrik Hrafn Reynisson); bir köylüden satın aldıkları koyunu kesip pişirirlerken...
Lucas ile tercümanı da, fotoğraf çekmek amacıyla kamptan ayrılırlar...
***
Çok geçmez...
Yedi insan, on at ve bir köpekten oluşan bir kafile olarak yeniden yola koyulduklarında...
Geçilmesi gereken nehrin kenarında oturup ayakkabılarının içindeki suyu boşaltıp çoraplarını da sıkan Ragnar, mevcut derinlikteki haliyle geçilemeyeceği ve yüzden de atları otlatacakları bir meraya gidip iki gün beklemeleri önerisinde bulunur...
***
Fakat...
Zaten yeterince vakit kaybettiklerini düşünen Lucas, derinlik ne olursa olsun nehri geçmek konusunda ısrarcı davranır...
Çünkü...
Ona göre nehir, sonuçta sadece sudan ibarettir ve tehlikesi de ne olabilir ki...
***
Ama...
Kazın ayağı, her zaman öyle değildir...
Geçiş sırasında atından düşerek akıntıya kapılan Lucas'ın tercümanı, boğularak hayatını kaybeder...
***
O ana kadar...
Kendisine verilen kilise kurma görevine sıkı sıkıya bağlı olan Lucas'ın...
Yaşadığı moral çöküntünün ardından, yolculuk azminin kırılmasına ek olarak akıl ve beden sağlığını da yitirmekte olduğunu görürüz...
***
Ki...
Lucas'ın dikkatlerden kaçmayan bu tükenmişlik hali...
Atların taşımakta olduğu, varıldığında yapılacak kilise de kullanılması planlanan "haç"ın; nehre atılarak terk edilmesinin önüne geçmemesinin ana nedenlerinden biri olarak da çıkıyor karşımıza...
***
Artık neredeyse Lucas kendini...
Ya eve geri dönmek yahut da olduğu yerde kalıp ölmek arasındaki iki seçenek arasına sıkıştırmış gibidir...
Onun için...
Yola devam etmek şeklindeki bir alternatif, kesinlikle mevcut değildir...
Dakika 50...
Carl (Jacob Lohmann), Anna (Vic Carmen Sonne) ve Ida (Ída Mekkín Hlynsdóttir) karakterlerinin de mevzuya eklemlenecekleri filmin geride kalanında, siz değerli sinemasever dostlarımızı; umulmadık derecedeki ters köşe sürprizleri de bünyesinde barındıran, 93 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,