Senaryosunu da, Denize Karabuda ile beraber yazan Helena Bergström'ün yönetmen koltuğunda oturduğu “Dancing Queens”, ileri derecedeki fanatikler dışındaki "homofobikleri" dahi kızdırmayacağını tahmin ettiğimiz, "LGBTQ+ kabare" tarzda bir hikayenin sahnelendiği, danslar eşliğindeki müzikal bir komedi olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, oldukça düşük bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan İsveç yapımı bu Netflix filmine biraz daha yakından bakalım...
Babası Kenneth'ın (Mattias Nordkvist) mini aile marketi Hemöns'deki ürünlerin, yaşadıkları Bohuslän adasındaki dağıtımını yapan Dylan Petterson (Molly Nutley), büyük annesi Margareta'ya (Marie Göranzon) ait olanları da götürdüğünde Margareta kendisine; Göteborg'daki Dadelac Kumpanyasının yeni şovları için dansçı aradığı, Büyük Tiyatrodaki (Stora Teatern) seçmelerinin, ayın 15'in de saat 16.00'da yapılacağı bilgisini vermenin yanı sıra Dylan'ın yıllardır profesyonel dansçı olma hayalleri kurmakta olduğunu bilmesi sebebiyle bu seçmelere katılması gerektiğini söyler...
Ancak benzeri bir tutkuyla dans eden annesi Maria'yı (Ellen Lindblad) bir buçuk yıl önce kaybetmiş olan Dylan, halen yastadır...
Neyse...
Büyük anne, "Dylan'ın Diskosu" adındaki kapalı bir mekanda, adanın çocuklarına dans eğitimi veren Dylan'ı ikna etmeye uğraşsa da bir türlü başarılı olamaz...
Zaten seçmelerin yapılacağı gün, ölen karısının neden olduğu travmanın sonuçlarını henüz atlatamayan ve kullandığı ilaçlar sebebiyle geceleri uykusuzluk problemi yaşayan babasının yerine Dylan'ın, markete göz kulak olması gerekmektedir...
Fakat Dylan, gecenin bir yarısı zil zurna sarhoş bir biçimde, sağa sola çarpa çarpa markete giren Sebastian "Sebbe"yi (Max Ulveson) ertesi gün, Sebbe'nin annesi (Johanna Wilson) ile babasının (Lars G. Svensson) işlettiği otel yerine marketlerinde çalışmaya razı edecek ve kendisi de seçmelere katılabilecektir...
Ama ne yazık ki Dylan, tiyatroya gittiğinde, seçmelerin bir ay önce yapılıp bitmiş olduğunu öğrenecektir...
Bu durum, Dylan açısından çok mu kötü olmuştur?
Elbette hayır...
Zira Dylan kendini, Danuta (Dominika Peczynski) ve temizlik görevlisi Bettan (Ann Westin) sayesinde; Tommy La Diva'nın (Claes Malmberg) kulübünde, koreografisini Victor (Fredrik Quiñones) yaparken yönetmenliğini de Micke Seth'in (Christopher Wollter) üstlendiği, oyuncularının arasında Magnus (Emil Almén), Sasha (Razmus Nyström), Joel (André Christenson), Hassan (Louie Nelson Indriana) ve kulübün sahibi Tommy'nin de olduğu “Dancing Queens” isimli bir "Drag" gösterisinin tam da ortasında bulmuştur...
Yalnız Victor'ın koreografisi, bayağı bir yaşlanmış olan usta dansçılar Tommy ile Magnus'a çok modern gelmekte ve onun kendilerinden beklediği hareketleri beceremediklerinden de, resmen sahnede apışıp kalmaktadırlar...
İşte bütün bu olayları geriden sessizce izleyen Dylan; bir haftalığına bu kulübü; rahatlıkla seyrederek, deneyimlerine "kesin bir şeyler ekleyeceği" umulan provalardan sonra temizlemek suretiyle Bettlen'a yardımcı olacaktır...
En azından Bettan böyle düşünmektedir...
Fazlasıyla garip görünen bu durumu, büyük anneye telefonda, sanki Dadelac seçmelerine devam ediliyormuş gibi duyuran Dylan; bu bir haftalık sürede de, büyük annesinin arkadaşı Vera'nın (Rakel Wärmländer) işlettiği on dört odalı butik bir otelde konaklayacaktır...
Ki aynı yalanı Dylan, Vera'ya da anlatmayı sürdürür...
Derken...
Kulüpte temizlik yaptığı ilk gece Victor ile karşılaşarak, dansı ile onu büyüleyen Dylan, “Dancing Queens” gösterisine katılabilmenin ön koşulunun erkek olmak gerektiği bilgisine ulaşır...
Yoksa maharetlerine bayılan Victor'a göre Dylan'ın şansı, neredeyse yüzde yüzdür...
Peki, bu durumda pes mi edecektir Dylan?
Dakika 45...
Geride sizleri, bu sorunun da yanıtlanacağı 65 dakikalık eğlenceli ve sürprizlerle dolu bir bölüm daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,