Sessizlik ve Bir Gün
Yazar: Onur KırşavoğluA Quiet Place (Sessiz Bir Yer) serisi, 2018 yılında ilk filmiyle izleyici karşısına çıktı. Hem eleştirmenler hem de izleyiciden geçer not alan orijinal film sonrası seri 2020 yılında devam filmiyle geri döndü ve yine olumlu karşılandı. Bu kez dört yıllık bir aranın ardından ve prequel bir hikayeyle üçüncü film Sessiz Bir Yer: Birinci Gün sinemalardaki yerini aldı. İlk iki filmin yönetmen koltuğunda ve başrolünde yer alan John Krasinki görevi bu kez Michael Sarnoski’ye bıraktı. Başlıca rollerde Oscar ödüllü Lupita Nyong’o ve Stranger Things’ten tanıdığımız Joseph Quinn yer alırken, yan rollerde Alex Wolff ve Djimon Hounsou gibi isimler bulunuyor. Filmdeki adı Frodo olan tatlı mı tatlı bir kedicik de ana kadroyu tamamlıyor. Film, ilk iki filmde izlediğimiz olayların en başını, yaratıkların dünyayı istila edişini konu ediniyor.
Hollywood, son yıllarda bir hikaye krizi yaşamaya başladı ve ağırlığı daha ziyade devam filmlerine vermeye başladı. Bu devam filmlerinin çoğundan da başarı elde edemeyince hikayelerin en başına, orijinal filmlerin öncesine dönmeye başladı. Yakın zamanda Mad Max’in prequel bölümü olan Furiosa sinemalara uğradı. TV dünyasında da şu an Game of Thrones’un prequeli olan House of the Dragon fırtınası esiyor. Bu furyaya A Quiet Place de dahil oldu. Film, sıradan bir New York gününde başlıyor. Sonra hızlı ve şiddetli bir istila yaşanıyor. Kısa sürede yaratıkların sese duyarlı olduğu ve suya karşı da etkisiz oldukları ortaya çıkıyor. Aslında ikinci filmin başında ilk güne kısa bir bakış atmıştık ama o sahnenin yankıları uzun metraj bir filme sebebiyet vermiş gibi gözüküyor.
Film açılıştaki felaket sahnesi ve birkaç aksiyon sahnesi dışında Sam ve Eric'in romantik sayılabilecek yolculuğu üzerinden ilerliyor. Bu hikaye biraz klişelerle kaplı. Bir kanser tedavisi gören Sam, dünya yok olacak olsa dahi geçmişiyle yüzleşmek ve yapmak istediği son bir eylemi gerçekleştirmek istiyor. Eric ise ailesinden çok uzakta yakalandığı bu durumla baş etmeyi Sam’in yakınlığıyla öğreniyor. Bu noktada kısır bir senaryo bizleri karşılıyor. Zira, Sam ve Eric bir harabeden diğerine, yıkık bir bardan terk edilmiş bir eczaneye, insanların saklandığı tiyatrodan bir başka mekana savrulup duruyor. Kısa bir filmde de aynı hikaye çok rahat bir şekilde işlenebilir duruyor. Hikayeyi iki kişiye indirgemek sadece şu açıdan fayda sağlıyor: “İnsanlara güvenmemeliyiz” ama “hepimiz birbirimizi sevmeliyiz” ve “dünyayı yeniden kurabiliriz” gibi romantik ve bu tarz filmleri dolduran söylemler bu filmde pek yer almıyor. Sadece Sam ve Eric üzerinden bunları görüyor ve başka bir hayatta ikisinin harika bir çift olabileceğine hayıflanıyoruz.
Klişeler yanında bonus olan şey ise Frodo adındaki kedi oluyor. Geçen yıl Anatomy of a Fall filmindeki Messi adlı köpeğin bu sene yerini Frodo alabilir. Performansı da oldukça başarılı. Performans demişken Lupita Nyong’o filmin yıldızı ve onun oyunculuğu tek başına birçok izleyici için filme tutunma sebebi olacaktır. Joseph Quinn ise yer yer overactinge kayan bir yerde duruyor ve Stranger Things konseptinden çıkamamış gibi gözüküyor. Bu arada, ikinci filmde adada karşımıza çıkan Djimon Hounsou, bu filmde de kısa bir süre yer alıyor ve gerçekliği sağlamak için mantıklı bir hamle olduğunu söylemek mümkün. Belki de bu filmin finalinden alıp olayı adaya taşımak ve bir spin-off yapmak için şirketin elinde hazır bir plan vardır. Zira, bu evreni genişletmek ve istenirse daha çok hikaye ortaya çıkarmak ziyadesiyle mümkün.
Filmin atmosferi ve sinematografisi ise en başarılı kısmı. Bu evreni seven, bu ortamdaki sahnelerden gerilen, sessizlik ve ani bir sesin yarattığı adrenalin yüklü aksiyonu arayanlar Sam ve Eric’ten geriye kalan anlarda bunu bulabilecekler. Seri içerisinde yaratıkları en çok gördüğümüz film de zaten bu bölüm oluyor. Dramatik yapı yerine aksiyon kısmına biraz daha ağırlık verilseydi sanki filmin notu bir tık daha artabilirdi. Sonuç olarak; Sessiz Bir Yer: Birinci Gün, ilk iki filmin biraz gerisinde kalan ama seriyi sevenleri yine de memnun edecek bir yapım. Senaryosu çok zayıf olsa da atmosferi ve duygusal dokunuşlarıyla en azından sıkılmadan izlemeyi sağlayacaktır. Makul süresini de pozitif yanlara eklemek gerekiyor. Bir de bahsettiğim üzere Nyong’o performansı filmin puanını kesinlikle yukarı çekecek. Son uyarım, filme de uygun bir şekilde, sinema salonunda lütfen sessiz olunuz!
İyi seyirler…
Onur Kırşavoğlu