Evdeki Düşman: Başlangıç
Yazar: Onur KırşavoğluIsabelle Fuhrman’ın çocuk oyuncu olarak başrolde yer aldığı 2009 yapımı Orphan (Evdeki Düşman), Jaume Collet-Serra yönetmenliğinde karşımıza çıkmış ve genelde beğeni toplayan bir yapım olarak adından söz ettirmişti. Vera Farmiga ve Peter Sarsgaard gibi isimlerin de yer aldığı filmden 13 yıl sonra, devam filmi sinemalardaki yerini aldı. Yine Fuhrman’ın başrolde yer aldığı ve bu kez Esther karakteri için yaş olarak daha uygun olduğu film, Orphan: First Kill (Evdeki Düşman: Başlangıç) adıyla karşımıza çıkıyor. Yönetmen koltuğunda bu kez William Brent Bell’in oturduğu devam filminde ayrıca Julia Stiles, Rossif Sutherland ve Matthew Finlan rol alıyor diyelim ve filme geçelim.
Filmin, her şeyden evvel klasik bir kopya-devam filmi olduğunu, neredeyse ilk filmle benzer bir senaryo matematiği kurulduğunu ve yeni bir arayışa girilmemesi gerektiğini belirtmekte fayda var. Leena, yine bir aileye türlü numaralarla dahil oluyor, yine vahşi anlara sebebiyet veriyor ve yine kendinden nefret ettiriyor ama bu kez büyük bir farkla: Ondan daha nefretlik bir aileyle birlikte... Türkiye gösteriminde “başlangıç” ibaresiyle kodlanan film, Esther’in, (yani Leena’nın) geçmişine gidiyor ama detaylı bir geçmiş oluşturmuyor, bir akıl hastanesi hikayesiyle, cinayetleri işlemeye başlamasını ve bunu sıklıkla tekrarlayan biri olduğunu anlamamızı sağlıyor. Bu kısımlar da en fazla on dakika sürüyor. Yani, filmin adına aldanıp, karakterin geçmişine ve nedenlerine ilişkin derin bir hikaye izleme beklentisine girmemek gerekiyor. Sadece, daha önceki işlediği (orijinal adına göre ilk işlediği) cinayetler kısaca karşımıza çıkıyor. İlk filmden tek farkı da bu on dakikalık kısımdaki detaylar oluyor.
İki filmde de başrolde yer alan Fuhrman’dan bahsedelim. Oyuncu, kendi çapında ses getiren rolü yeniden canlandırıyor. Fuhrman, ilk filmi çektiğinde 12 yaşındaydı ve şimdi 25 yaşında. Furhman, ironik bir şekilde, ilk filmde çocuk gibi davranan bir yetişkini oynayan bir çocuk oyuncuydu. Şimdi ise çocuk gibi davranan bir yetişkini oynayan bir yetişkin. İki türlü de rolün altından kalkabildiğini ve serinin en güçlü yönü olduğunu söyleyebiliriz. Yönetmen Bell, Furhman'ın yaşını dijital numaralarla azaltmak yerine, kamera hilelerini kullanıyor. Bu da bazı anlarda komik durmasına sebebiyet veriyor. Esther'in yüzünü göstermeyen geniş çekimler için bir çocuk standı kullanıldığı da yazılmıştı ve bu bazı anlarda çok göze batıyor. Bu durum da iyi performansa rağmen ( özellikle yeni izleyiciler için) bir inandırıcılık sorunu doğuruyor. Kaldı ki, film adeta tamamen ilk filmi beğenen ve aynısından bir tane daha izlemek isteyenler için çekilmiş izlenimi veriyor. Bütün bunların ışığında yeni izleyicilerin keyif almasının oldukça güç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Senaryo konusuna gelecek olursak, filmin aile kavramıyla alakalı bazı dertleri olduğunu görüyoruz. Bir yetim olan Esther’in aidiyet duygusunu yaşamak ve bunu asla başaramadığı için vahşileşmeyi seçtiği gerçeği herkesin malumu. Şiddete başvurduğu anların çoğunda bu duygusunun yükseldiği ya da anne karakteri tarafından yönlendirildiğini de baistçe görüyoruz. “Bu benim ailem” ve “sen asla bunun içinde olamayacaksın” gibi replikler bunu pekiştirmek için ve fazla zorlama bir şekilde senaryoya eklenmiş. Ailenin de yozlamış oluşu, baskıcı hali ve birbirlerine sevgi değil ihtiyaç duymaları yönetmenin dertleri arasında yer alıyor. Yani, bu kez iyi olan hiçbir şey yok. Yalnızlık ve aidiyet duygusu hissedememek kötü ama bazen bir aileye dahil olmak çok daha kötü... Evdeki Düşman: Başlangıç’ta bir taraf yok. Başta da belirtiğim gibi hemen herkes kötü!
Son tahlilde, ilk filmi sevenlerin, karaktere olan aşinalıktan ve beklentiyi oluşturma kolaylığından dolayı yeni izleyicilere göre bir miktar keyif alabileceğini söyleyebiliriz. Yeni bir şey bulmanın güç olduğu bir filmle karşı karşıyayız ve beklentiyi en aza indirmek şart. İlk filmde başarıyla kotarılan gerilim unsuru da bu filmde neredeyse kaybolmuş, hatta çoğu anda gülünç bir hale dönüştürülmüş. Film, izle-unut dediğimiz, tamamen seyirlik, pazar akşamı patlamış mısır yanında beklentisiz izlenip haftayı sonlandıran filmlerle aynı kategoride değerlendirilebilir ama bu haliyle bile oldukça vasat.