Hesabım
    Tam Sana Göreyim
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Tam Sana Göreyim

    Gerçeğin Çölüne Hoş Geldiniz

    Yazar: Onur Kırşavoğlu

    Mini dizi Unorthodox’la büyük ses getiren, Love Life ve Stefan Zweig: Farewell to Europe gibi uzun metrajlı filmler çeken Maria Schrader’in yeni filmi “I’m Your Man”, sinemalarımızdaki yerini aldı. Emma Braslavsky’nin kısa hikayesinden Schrader ve Jan Schomburg tarafından kaleme alınan filmin başrollerinde ise Maren Eggert ve Dan Stevens yer alıyor. Bilim-kurgu soslu, romantik drama türündeki film, önümüzdeki yılın başlarında düzenlenecek Oscar Töreni’nde, uluslararası en iyi film kategorisinde yer almak için Almanya tarafından aday adayı olarak belirlendi. Almanya Film Ödülleri ve Berlin Film Festivali’nden ödüllerle ayrılan film, ülkemizde “Tam Sana Göreyim” adıyla yer alacak diyelim ve filme geçelim.

    Alma, işinde sağlam bir kariyer edinmiş, yalnız ve herkes gibi ruh eşini arayan modern bir kadın. Bir deneye katılması için teşvik ediliyor ve bunu kabul ediyor: Kafasındaki ideal erkeğin bir modellemesi olan robot bir erkekle üç hafta geçirecek ve sonunda deneyimlerinden oluşan bir rapor verecek. Başta eğlenceli gelen bu deney, gittikçe gerçekçi bir hal alacak ve Alma’nın gizlediği sorunları ve insanlığın en temel ihtiyaçlarından doğan kusurları ortaya çıkaracak. Hatta, kurgu ve gerçek birbirine girmeye başlayacak. Bu noktada, insan ve robot üzerinden dahi olsa, Schrader, her şeyden evvel bir ilişkinin dinamiklerini ve gidiş noktalarını irdeliyor. Taraflardan biri robot dahi olsa bu durum değişmiyor ve her adım, tahmin edilebilir bir şekilde gelişiyor. Daha sonra, Alma’ya saçma gelen deney sonlandırılmak istense de adeta bir alışkanlık ya da bağlılığa dönüşüyor. Bu durum da birçoğumuzun başına gelen tanıdık hamleleri görmemizi ve dolayısıyla hatırlamamızı sağlıyor.

    Film ilerledikçe, bu kez devreye ideal erkek/kadın meselesi giriyor. Kibar, bilgili, anlayışlı, yakışıklı ve tutkulu bir ideal erkek, kadının tercihleriyle ortaya çıkmış bir vaziyette ortada dolanıyor ama bu yapaylık kadının hoşuna gitmiyor ve ondan saçmalamasını, yanlış yapmasını, bazen sinirlenmesini ve hata yapmasını istiyor. Hepimiz, her ne kadar kusursuz olana bir istek duysak da gerçek olanın kusursuz olduğunu biliyoruz. Schrader, bunu vakit geçirmeden yüzümüze vuruyor. Filmi izlerken, bir an olsun kurulabilecek fantastik düşlerden ve ütopik hayallerden izleyiciyi çekip alıyor ve yine kendi gerçekliğinin içine çekiyor. Bunun adımlarını da senaryo matematiğiyle birlikte, mükemmele yakın bir ayar ve güçlü bir anlatımla kuruyor. Hal böyle olunca, herhangi bir aşk filminde bize basit gelebilecek klişeler, burada, insan robot ilişkisinde oldukça önemli / tanıdık hale geliyor ve fazlasıyla gerçek duruyor.

    Schrader’ın derdi sadece aşk ve uyum değil elbette. Modern insanın yalnızlığı, mükemmeliyetçi tavrı ve elbette mutluluk arayışı filmden nasibini alıyor. Mutluluğu şekilcilikte arayan bir toplumun buna asla ulaşamayacağı da zihinlerimize bir kez daha kazınıyor. İnsan, tüketim toplumu ve bu olgunun yarattığı hızlı tüketim gibi evreler neticesinde öyle bir hale geldi ki, her şeyi bir tıkla halletmek, anında halletmek ve hiç çaba göstermemek istiyor. Filmin bir diğer önemli noktalarından biri de bu. Dünya, belki de öyle bir hale gelecek ki, sipariş üzerine, aradığımız özelliklerle verdiğimiz flört adaylarımız olacak ve bütün ihtiyaçlarımızı onlarla gidermek isteyeceğiz. Hem de hiç uğraşmadan, hiç yıpranmadan… Schrader bunu düşündürüyor ama kesinlikle bunun olamayacağının da altını çiziyor. Ütopik bir yaklaşım değil ama sanal ilişkilerin geldiği noktadan yapıyor bunu. Sanal ilişkiler ve kusursuzu arama isteğimiz bizi gerçeklikten o kadar uzaklaştırdı ki birbirine benzeyen kopya aşklar ve iletişimlerle hayatımızı devam ettirir hale geldik. Bunun bir yerde tersine sönmesi ve ivmenin bu şekilde gitmemesi gerekiyor. Tıpkı filmdeki Alma karakteri gibi, kendimizi kaptırsak bile, yine kendi isteğimizle ve en gerçek olanı yakalamaya çalışmak için uğraşarak başarmamız gerekiyor. Ancak, gelinen noktada ve modern toplumlarda bu artık çok ama çok zor!

    Martin Eggers ve Dan Stevens, bu zor anlatının en büyük kozları. Çünkü, onların performanslarındaki en ufak ayarsızlık, filmi absürt bir komediye ya da tamamen soğuk bir dramaya döndürebilir ama hem kimyaları, hem kendi yorumları öyle etkili ki filmin gücüne güç katıyorlar. Eggers’in insani çıkmazları izleyiciye aktarımı, Stevens’ın gittikçe insanlaşan mekanik kişiliğe getirdiği bakış son derece etkili. Schrader’ın steril ve tempolu anlatımı, müziklerin uygun kullanımıyla da birleşince ortaya başarılı bir film çıkıyor. Bir başyapıt demek belki güç ama gelinen çağda ve insanın dönüştüğü noktada, kesinlikle derdini net anlatabilen, deneyimlenmesi gereken bir film olarak notumuz almamızı sağlıyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top