<b>Ölüm Oyunu</b>
Yazar: Irmak KoçkanGelecek. Japonya; çökmüş ekonomisi, sürekli artan işsizleri, başıboş ve asi gençleri ile her geçen gün daha kötüye gidiyor. Hükümet, önce gençleri dize getirmeye karar veriyor, bunun için de Battle Royale denilen bir yasa çıkarıyor. BR'ye göre, seçilen bir sınıf üç günlüğüne bir adaya kapatılacak ve canlı kalmayı başaran son öğrenci eve geri dönebilecek. Sırada, filmimizin de anlatıcısı olan Shuya Nanahara'nın (Tatsuya Fujiwara) sınıfı 3-B var. Öğrenciler kaçırılıyor, ellerine silahlar veriliyor ve onlar da geriye dönebilmek için birbirlerini öldürmeye başlıyorlar...
Japonya'nın Otomatik Portakal'ı olarak anılan Ölüm Oyunu belki de en büyük yanılgıya burada düşüyor. İkisinin içinde de bol bol şiddet ve benzer öğeler olabilir ama bu ikisini kesinlikle aynı kefeye koymaya yetmiyor. Orjinallik açısından gerçekten akıllara ziyan bir senaryo var karşımızda, mükemmel bir gerilim şaheseri bekliyor insan. Benim de beklentim tamamiyle bu olduğu için, filmin başlama saatini zar zor getirdim. Hatta, daha ilk sahneyi izlediğim anda gerçekten "doğru" filmde olduğuma inanmıştım: BR'nin birincisi minik bir kız, kanlar içindeki elbisesi ve minik ayıcığı ile helikopterden iniyor. Çevresini saran basın ordusu onunla konuşmaya çalışırken, kızın yaptığı tek şey şeytani bir şekilde gülümsemek. İnanılmayacak bir şekilde kanımı donduran bu sahneden sonra, aslında devamını izlemesem de olurmuş.
Filmimizin asıl kahramanları Shuya ve Noriko (Aki Maeda) birbirlerine sonuna kadar güvenmeye kararlılar. Onların bu şiddet yüklü dünya içerisindeki dostlukları gözlerimizi yaşartıyor olabilir, ama filmden çıktıktan sonra gönlümüzü fethedenlerin aslında onlar olmadığını görüyoruz. Oynadığı her sahnede diğer oyuncuları silip süpüren, okulun kötü kızı Mitsuko (Kou Shibasaki); bütün bu cinayetlerin ortasında sarı eşofmanlarını giyip koşmaktan çekinmeyen, bundan yaklaşık 5 dakika sonra da bir arkadaşını defalarca bıçaklayarak öldüren Chigusa (Chiaki Kuriyama, ki kendisini Tarantino'nun Kill Bill'inde Lucy Liu ile beraber izleyeceğiz.) ve bir B-filmi klişesi olan "asla konuşmayan kötü adam" Kiriyama (Masanobu Ando). İşte bu üçlü, filmde bütün sahneleri çalıyor ve her ne kadar kötü olurlarsa olsunlar aklınızda kalıcı bir yer ediniveriyorlar.
Aslında kabul etmeliyiz ki, bu film belki de psikolojik dönüşümü beyazperde üzerinde en iyi yansıtan filmlerden biri. Öğrenciler, kendi arkadaşlarını öldürmek zorunda kaldıkları için deliliğin sınırlarına yürüyorlar. Geçişler ve karakterler değişimlerinin yansıtılması öyle hızlı ki, seyirci bir sahnede oyuncuya taparken, hemen ardındaki sahneyle ondan soğuyabiliyor.. Şu çok bahsedilen şiddete gelince; emin olabilirsiniz ki, bol bol kopan kafalar, patlayan boyunlar, her yere bulanmış kan ve yine kan göreceksiniz. Belki de ben hissizleştim ama bu sahneler bana hiç de "gore" gelmedi. Zehirli yemeği yer yemez kan kusan bir karakter, beni rahatsız etmekten çok, aklıma şunu getiriyor: "Keşke zehir kana karışıverseydi!"
Son olarak da şu her iki sahnede bir karşımıza çıkan kara-komedi örneklerinden bahsedelim. Düşünün bir kere, en iyi arkadaşınız bile sizi öldürmek üzere olabilir, peki siz bu durumda hala kim kimle beraber diye mi düşünürsünüz? Bizimkiler kesinlikle düşünüyor! İki kız, tüm adaya megafonla bir an için "Savaşmayalım, bir çözüm bulabiliriz!" diye duyururken, hemen ardından "Shuya, Niida seni seviyoor!" diye bağırabiliyor. Noriko'nun ilginç rüyasını ve bunun onlar üzerindeki etkisini bir kenara bırakıyorum, ama kötü hoca Kitano'nun tutulduğu kurşun yağmurundan hemen sonra telefonuna cevap vermek için yerinden kalkması bana "Bu kadarı da fazla" dedirtiyor. Filmi daha değişik kılmak, basit bir gerilim filmi yerine fantastik öğelerle bezenmiş bir başyapıt yaratmak için kullanılan bu "komik" sahneler, beni filme yaklaştırmak yerine, kendisinden tamamiyle soğuttu.
Ölüm Oyunu, hakkında tüm yazılanlara çizilenlere bakılırsa, oldukça abartılmış bir film. Ama dedim ya, filmden beklentim iyice bir gerilmekti, bu da olmayınca filmden hiçbir zevk alamadım. İşte, insanın kendisini şartlandırması bu olsa gerek.