Burun mu boy mu?
Yazar: Banu BozdemirKonusu 1640’larda geçen, Fransız şair ve oyun yazarı Edmodnd Rostand tarafından 1897’de kaleme alınan Cyrano de Bergerac günümüzde hala dış güzelliğin değil, iç güzelliğin, aşkın sevdanın türküsünü yakmaya devam ediyor.
Güzel ve Çirkin, Notre Dame’ın Kamburu gibi güzel kadınlar ve ucubelik kıvamında anılan çirkin erkekler üzerinden anlatılan hikayeler modern ve klasik anlatımlarla çeşitli dönemlerde karşımıza çıkıyor.
Cyrano de Bergerac klasik anlatıma dayalı olarak 1950 yılında ve 1990 yılında filme alındı. İlkinin yönetmeni Michael Gordon, ikincisinin yönetmeni Jean Paul Reppeneau. Cyrano haddinden büyük burnuyla karşımıza çıkan ve alay konusu olan bir silahşor ve şair. 1990 versiyonunda heybetli burnuyla bu rolü anasının ak sütü gibi hak eden Gerard Depardieu, Cyrano karakteri olarak karşımıza çıkar. Hatta filmde ‘burun tiradı’ gibi bir bölüm bile yer almaktadır! (Burun ameliyatı şimdiki gibi yaygın olsa Cyrano da burnunu yaptırır mıydı acaba?)
Önümüze gelen bu yeni versiyonda ise burnun yerini boy alıyor ve Cyrano, Peter Dinklage tarafından canlandırılarak bir cüce olarak karşımıza çıkıyor. Ve o da aynı ucube sıfatını görerek, aşkı Roxanne karşısında arka planda kalmayı, ona olan duygularını başkalarının ağzından sunmayı kabul eder hale geliyor.
Filmin klasik olarak akan hikayesinin yanında öne çıkan şeylerden biri de tarihi bir filmin içinde olduğumuzu güçlü ve sonuna kadar bir şekilde hissettirmesi. Bunda da tarihi film dokularına yatkın olan Joe Wright’ın radikal başarısı yatıyor demek abartı olmaz. Savaş, fakirlik ve tüm bunların içerisinde yer almaya çalışan sanatın sakilliği de görülmeye değer. Tiyatroya gelenlerin abartılı makyajları, mimikleri (yönetmenin seçkinlere olan laneti olabilir) içerisinde Cyrano’nun dış görünümünün alay konusu olması da ayrıca güzel bir tezatlık teşkil ediyor. Klasik burun tiradı, boy tiradına dönüşüyor.
Film, 2018’de sahnelenen müzikalin uyarlaması olarak karşımızda. Dozu ayarlanmış, gerçekliğin kaybolmasına izin vermeyen bir müzikal altyapıyla çekilmiş ama hikayenin akışı belli olduğu için pek de heyecanlı bir izleme olamıyor ne yazık… Yine de çoğu zaman kahkaha için oynanan oyunu belli bir aşk-drama ve şiir çizgisine taşımayı başarıyor. Müzikalin yazarı Erica Shdmith kocası Peter Dinklage’i yeni Cyrano olarak ortaya sürmekten çekinmiyor, böylece ‘ucubelik’ kavramına yeni bir ‘boyut’ katmış oluyorlar.
Filmde özellikle savaşın çekildiği yerler Etna yanardağının kısımları ve diğer filmlerinde de öne çıkan Barok anlatım tarzı göz dolduruyor. Cyrano orijinal hikayede duygularını açıklama imkanı bulamazken burada Roxanne’e doğrudan duygularını açma imkanı buluyor ve bu da film içinde dolanan şairane ruhun kıza ulaşmasını sağlıyor. Bu arada film Roxanne’e filmin genelindeki burjuvalardan ayrı bir bakış açısı ve hava veriyor ki, bu da her şeyi finale hazırlayan bir ipucu olarak filmin sonunda karşımıza çıkıyor.
Cyrano haftanın önemli ve prodüksiyonlu filmlerinden kuşkusuz. Biraz Romeo ve Juliet havası, biraz üçlü aşk durumunun trajedisiyle, kasvetli renk kullanımı ve görüntü yönetimiyle klasik Hollywood işlerinden ayrılıyor, dönemin ruhunu ve dokusunu ortaya çıkarmaya soyunuyor. Son olarak Roxanne’e hayat veren Haley Bennett’i filme yakıştıramadım desem abartılı olmaz… (Ama sesi iyi tabii)
twitter.com/banubozdemir