Bu ayki Sinema dergisinin "giriş" bölümünde yer alan Mehmet Acar'ın konuşmasını aynen aktarıyorum. Saygılar.
MATRİX EFSANESİ
Dergiyi yayına hazırladığımız son günlerde sinemaseverlerin gündeminin birinci sırasındaydı Matrix. Ama daha da önemlisi, ülke gündeminin de ön sıralarını zorluyordu. Bir televizyon programında bir bilim adamı 'Matrix'in, Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi ile birlikte büyük bir Amerikan komplosunun ürünü olduğunu' iddia ediyor, aksine düşünenleri de bu komplonun kurbanı olarak görüyordu. Sırf katılacakları programlar ve görüş verecekleri yayın organları için filmi seyretmek zorunda kalan ağırbaşlı felsefeciler filmi yerden yere vururken, kimisi filmi Hıristiyanlık propagandası olarak görüyor, kimisi semavi dinleri küçük düşürmeye çalıştığını iddia ediyor, kimisi İslam düşmanlığı yaptığını söylüyordu. 11 Eylül'le hatta Irak Savaşı'yla bağlantısı olduğunu düşünenler de vardı. Tüm bu iddialı yorumlar, ilk 5 gün içinde benim şahit olduğum yada duyduğum şeyler. Sadece 5 günde Türkiye'de olay bu boyuta geldiyse, varın siz önümüzdeki ayları ve olayın dünya ölçeğindeki durumunu düşünün!
Kendi adıma ömrüm boyunca henüz böylesine geniş ve büyük bir tartışma dalgası yaratan bir "sinema olayı"na tanık olmuş değilim. Ama "olay" kadar işin "sinema" tarafına bakmanın da faydası olduğunu düşünüyorum. Tartışmalara sonradan dahil olanların düştükleri önemli bir yanlış var. Wachowski kardeşlerin endüstrideki yıllarını bilmeden, mesela "Bound" gibi bir filmi seyretmeden ve daha da önemlisi ilk Matrix filminin adım adım nasıl bir efsaneye dönüştüğünü yaşamadan, her şeyi büyük bir pazarlama başarısı olarak görmek kolaycılığına düşüyorlar. Şüphesiz pazarlamanın belirli bir payı var ama Matrix efsanesi, her şeyden önce "The Matrix" adını taşıyan ilk filmin olağandışı başarısı nedeniyle doğdu. Yani, önce "The Matrix"in sevilmesinin nedenlerini anlamak zorundayız; eğer bunu anlarsak, her şeye daha serinkanlı bakma şansımız olacak. "The Matrix" özetle, aksiyon, bilimkurgu, Uzakdoğu dövüş filmleri gibi türleri harmanlayan ve dünyaya bilgisayarlarla gözünü açan yeni nesilleri avucunun içine almakta hiç zorlanmayan bir hikayeye sahip. Daha önce hiç kimse böyle bir "kokteyl"le seyircinin karşısına çıkmamıştı. Matrix çok seyrediliyorsa mutlaka bunun ardında büyük bir komplo gibi başka şey vardır, deme kolaycılığına düşmeden önce bunu görmemiz gerekiyor.
İkincisi, Matrix'in bir "dünyayı kurtaran kahraman" filmi olduğunu hatırlamakta fayda var. Demek istediğim, Matrix'i entellektüel açıdan çok ciddiye almadan önce, masallarla, destanlarla olan bağlantısını, yani onun ilkin "basit olan" tarafını görmeliyiz. "Dünyayı kurtaran kahraman formatında çağdaş bir sinema efsanesi" yaratmak isteyen iki kardeşin, masa başında karşılıklı fikir üretmeye başladığı ilk anları düşünmeyi başarırsak, Matrix'in ardındaki asıl fikri çok daha rahat görebiliriz gibi geliyor bana.
Evet, Matrix kendini çok ciddiye almak zorunda çünkü bir efsane haline gelmeye ve dünyayı kurtaran kahramanın destanı olmaya çalışıyor. Ve ciddiye alınmak istediği için bizi canevimizden vurmak istiyor. Diğer bir deyişle, ciddiye alınmak için teknoloji karşısındaki en derin korkularımızı kullanıyor. Sonuç olarak, yarattığımız bu medeniyetten ötürü kollektif bilinçdışımızda hepimiz bir parça korkuyoruz.Çünkü ne kadar ilerlersek ilerleyelim, insanlık açısından işlerin pek yolunda gitmediğinin, hatta her an sarpa sarmak üzere olduğunun, kontrolden çıkmak üzere olduğumuzun farkındayız.
Ayrıca, bilgisayarlar ilk çıktığından beri onların bizi yönetmesinden korkmadık mı? Ve ikibinli yılların başında bilgisayarlar konusunda, çok değil on yıl öncesinde hayal ettiğimizin çok çok ötesine geçmedik mi? Dedelerimize ninelerimize, bilgisayarların mantığını anlatmakta zorlanırken, kendimizi bir bilimkurgunun, onları da eski bir filmin oyuncuları gibi görmüyor muyuz? Bilgisayar başında kendimizi simülasyon oyunlarına kaptırıp gittiğimiz gecelerin sonunda dalıp gittiğimiz o huzursuz uykularda gördüğümüz rüyalarda aynı oyunların içine düşmüyor muyuz? İnternet'in başında geçen saatlerimizin sonunda bilgisayarın içindeki dünyanın da en az gündelik gerçeklik kadar bizi sarıp sarmalamış olması bizi hayrete düşürmüyor mu? Ve bazen o küçücük ekranın karşısında çok daha mutlu olduğumuzu düşünüp kendimize şaşırmıyor muyuz? Ve sık sık, çok değil 50 yıl önce insanlar böyle yaşamıyordu aslında, diye düşünüp, kendimizi başka bir gerçekliğin bir parçası olarak görmüyor muyuz? Ömrümüzün kaçta kaçının ekranlar başında geçtiğini hesap ettiğimizde hangi birimiz ürkmüyoruz? Matrix, bizi sistemin içine, programın yazılımına, simgelerin ekrandan aktığı noktaya kadar götürüyor ve kıyısında yaşadığımız "o büyük birleşme"nin, yani bilgisayar-insan bütünleşmesinin bir çeşit temsili olmayı deniyor.
Bu arada, hepimiz yaşadığımız dar fiziksel çevreler (evimiz, ofisimiz vb) dışında yaşadığımız "global köy"ün gerçekliğine aslında hiç dokunamadığımızı, sadece o gerçeklik üzerine başka kaynak tarafından bilgilendirildiğimizin farkındayız. Ve sık sık o kaynakların düzenli olarak yalan söylediğini düşünüyor, gerçekliğin kontrol edilebilir bir şey olması karşısında endişeleniyoruz.
Matrix, işte böyle bir dünyanın efsanesi olduğunun bilincinde ve ona göre kendini biçimlendiriyor. Kutsal Kitap'lardaki efsanelere benzemeye, esaslı bir kurtuluş destanı olmaya çalışıyor. Wachowski'ler destanı seslendiren, anlatan ilkçağ şairleri kadar inançlı değiller ama öyle görünmek istiyor ve öyle davranıyorlar. Yani Matrix'in bir ayağı çok eskilerde dururken bir ayağı da bugünden geleceğe uzanan bir noktada duruyor. Bir anlamda, doğaüstü bir gücü duyumsamak, ilahi adalete inanmak, gerçeğe dokunmak isteyen insanoğlunun hikayesi olmaya sıvanıyor. Ama bütün bunlar netice itibarıyla bir oyun ve oyun olduğu için düşünme biçimlerini, asin kaynaklarını saklamıyor, aksine neredeyse gözümüzün içine sokuyor. İşte bu nedenle, Matrix'te anlatılanları değil, bir film olarak tasarlanma biçimini ciddiye almalıyız. O tasarlanma biçimini anladığımızda, yani Matrix'i çağdaş bir efsane yapan nedenleri keşfettiğimizde hem içinde yaşadığımız dünyayı hem de kendimizi daha iyi tanıyacağız. Ve bu arada, zeka düzeyi yüksek bir film seyredip eğleneceğiz.
Son bir not: Üçüncü filmi görmeden ikinci filmi yorumlayanlar, antraktta yorum yapmanın azizliğine uğrayabilirler çünkü 2 ve 3 aslında tek bir film.
Mehmet ACAR