Hesabım
    Malcolm ve Marie
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Malcolm ve Marie

    Ne Seninle Ne De Sensiz

    Yazar: Tuba Büdüş

    Sam Levinson’ı, pandemi sürecini fırsata çeviren nadir kişilerden biri olarak tanımlayabiliriz sanırım. Levinson, 2019 yılından bu yana yönettiği ve oldukça da ses getiren Euphoria adlı dizideki başrol oyuncusu Zendeya’nın teşvikiyle, tüm setlerin durduğu, herkesin evlerine çekildiği bir süreçte kamera arkasına geçer. Tabii ki böylesine riskli bir iş için gözlerden uzak, bir takım formalitelerin uygulanmadığı bir bölge bulunur. İki oyuncu ve çok küçük bir set ekibiyle, sıkı sağlık önlemleri alınarak çekilir film. Üstelik bir nevi gerilla tarzıyla çekilen filmin karantina ruhuna da çok uygun olduğu pekâlâ söylenebilir.

    Malcolm & Marie, isminden de anlaşılacağı üzere bir çiftin ilişkisine odaklanmaktadır. Son çektiği filmin galasından oldukça tatmin olmuş bir şekilde gelen Malcolm (John David Washington) ile tam da o filmle ilgili her şeye dair büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Marie (Zendaya), gece yarısı evlerine varırlar. Malcolm’un kabına sığmaz neşesine karşın Marie’nin dizginlemeye çalıştığı hayal kırıklığı… Bir süre sonra böylesine önemli bir gecede karakterlerin duygu durumlarında neden böylesine bir farklılık olduğunu öğrenmeye başlarız. Malcolm ile Marie, önce gala gecesinden başlayarak yıllardır süren ilişkilerini yavaş yavaş ortaya sermeye başlarlar. Çiftimiz, geçmişten günümüze kadar geçen tüm zamanı masaya yatırır. Öyle ki 106 dakika boyunca Malcolm ile Marie’nin dilinden ilişkinin neredeyse tüm dönemeçlerini, kırılma noktalarını öğreniriz. Yıllardır söylenmeyen, hep bir şekilde yutulan, hazmedilmeye çalışılan tüm zehir tek bir gecede veryansın eder. Zira zehri bir kere kusmaya başlayınca midedekilerin hepsi çıkana kadar rahat yoktur.

    Tek mekân, tek bir çift oyuncu, tek gece, uzun kaydırmalı plan sekanslar, siyah-beyaz sinematografi, gerçek zamanlı kurgu gibi oldukça spesifik tercihleriyle filmin biçimine dair söylenebilecek her şeyi bir solukta söylemek mümkün. Yine lineer akan kurgusu, her ne kadar geçmişle ilgili anılara karakterlerin anlattıklarıyla dönülse de asla flashback gibi yollara başvurulmaması filmin bir diğer belirleyici özelliği. Zira karakterler tarafından gerek yıllar öncesine gerekse de saatler öncesine dair dile getirilen hiçbir şeyi Malcolm ya da Marie’nin dışında bir gözden görmez ya da dinlemeyiz. Anlattıklarına güvenmek zorunda olduğumuz sadece iki kişi vardır. Asla bir üçüncü gözün desteği yardıma koşmaz. Bu nedenle de film, her ne kadar bizi Marriage Story’de olduğu gibi kimin haklı ya da kimin haksız olduğuna dair karar vermek gibi bir dar boğaza sürüklemese de yine de bir ikilemde bırakmaktadır. Belki hâkim koltuğunda değil ama jüri koltuğunda oturmamız istenmektedir.

    Üstelik tüm film boyunca terazinin kefelerinin bir aşağıya bir yukarıya hareket ettiği bu süreç, seyirciyi de tıpkı karakterler gibi yorgun düşürmektedir. Zira özellikle Malcolm’un soluksuz konuştuğu anları bazen takip etmek bile çok zorlaşıyor. Bunun yanında Macolm, beden dilini de çok fazla kullandığı ve daha yüksek sesle konuştuğu için kendine olan güveni de bir nebze sarsıyor. Zira Malcolm, ne kadar agresif ve histerikse Marie bir o kadar sakin ve pasif. Bunun yanında her ne kadar Malcolm, genelde sözleriyle saldırgan bir tutum sergilese de asla karşısındakini dinlemezlik yapmıyor. İki çift de birbirlerinin sözünü kesmeden dinlemekte ve asla bir an bile şiddete başvurmamaktır. İki karakterin de bırak şiddete başvurmayı bir an bile bunu akıllarından geçirdiklerini hissetmiyoruz. Zaten adeta volkanik bir dağ gibi bir anda etrafa lavlarını püskürten karakterler, hemen arkasından kendini soğutmak için bulunulan mekânı terk ediyor. Kimi zaman bahçeye çıkıyor kimi zaman da yatak odasına gidiyorlar. Fakat çok kısa süre sonra yine aynı noktada birbirlerinin dibinde bitiyorlar. Zaten iki karakterimizin ayrı noktalarda olduğu çoğu anda bile Levinson, Malcolm ile Marie’yi aynı kadrajda buluşturmayı tercih ediyor. Örneğin Malcolm bahçedeyken Marie, yatak odasının bahçe kapısında aynı kadrajda buluşuyorlar. Bunu birçok kez tekrarlayan Levinson’un çifti asla ayrı düşürmek gibi bir niyetinin olmadığı böylece anlaşılıyor.

    Yine Marie’nin içinde biriken toksiği dışarı atmak için sigara içmeyi, çiş yapmayı, banyoya girmeyi tercih ettiğini fark ederken Malcolm’un ise tıkınmak, müzik dinlemek (Şarkıların sözleri genelde filmin evreniyle fazlasıyla örtüşmektedir.) ve içki içmek gibi yolları denediği gözlerden kaçmıyor. Günün sonunda her iki karakter de her ne kadar yıllardır içlerinde biriktirdiklerini birbirlerine kussalar da bir an bile nefretten, öfkeden beslenmiyorlar. Hatta tüm gece boyunca en çok söylenilen söz “Seni seviyorum!” oluyor. Peki, neden bir türlü asla bir sonuca varamayacaklarını bildikleri bu tartışmayı sonlandırmıyorlar? Çünkü her ne kadar birbirlerini çok sevseler de daha da çok kendilerini seviyorlar. Bu yüzden de çiftin çok uyumlu olduğunu söyleyebiliriz aslında. Narsist kişilik yapıları o kadar güçlü ki bir türlü bu tartışmadan yenik çıkmayı kabullenemiyorlar. Malcolm, Marie’ye baktığında Marie de Malcolm’a baktığında birbirlerini görüp kendilerine bir kez daha âşık oluyor ve bir kez daha savaşıyorlar. Bir türlü bitmeyen bir döngü gibi tekrarlanıp duruyor her şey. Levinson’un labirentindeki deney fareleri gibi düşünebiliriz Malcolm ile Marie’yi. Ya da filmde Marie tarafından yapılan ve Malcolm tarafından hunharca mideye indirilen mac&cheese gibiler. Bir aradayken de ayrıyken de muhteşem lezzetlerdir. Fakat bir aradayken yağın miktarını doğru ayarlamak çok önemlidir. Ki fark edileceği üzere yağın miktarını kendilerinin metaforu olan mac&cheese’de olduğu gibi hep Marie ayarlamıştır. Fakat tüketen hep Malcolm olmuştur. Böylece bu sürekli sallanıp duran terazinin durumuna Levinson, en baştan hükmünü vermiştir diyebiliriz.

    Tüm bu kişisel mevzuların yanında filmin başka meseleleri de var elbette. Örneğin sinema sektörü, film yapımcısı veya yönetmenlerin eleştirmenlere bakışı, beyazların siyahların işlerine karşı takındıkları tavır, siyahların başarılarının genelleştirilmesi ve daha nicesi… Birbirine delilercesine âşık olan çiftimizin hayal kırıklıklarını dillendirmeleri arasında kişisel meselelerden uzak bambaşka konulara geçildiği anlar aslında bir nevi katalizör görevi görüyor. Lakin insan düşünmeden edemiyor. Bu yönetmen eleştirmen çekişmesi mevzusunun Levinson’un zehri olma ihtimali var mıdır? Ve bu mevzuların filmde yer bulmasına gerek var mıydı? Açıkçası Malcolm ile Marie dışında içinde yüklü miktarda toksik taşıyan biri daha var gibi gözüküyor. Birçok yönetmen gibi Levinson da biraz olsun kendi zehrini de akıtmak istemiş olmalı.

    Oyuncuların adeta bir tiyatro sahnesinde tek kişilik oyun sergiliyormuşçasına gösterdikleri üstün performansa hayran olmamak elde değil. Bir solukta söylenen uzun tiratların, üç boyutlu bir sahneyi andıran evin, çokça kullanılan ve insan gözünün işlevine oldukça benzeyen kaydırmalı plan sekansların çoğu zaman tiyatro gösterisi hissiyatını beslemekte olduğu pekâlâ söylenilebilir. John David Washington ve Zendaya’nın performansları ise takdir edilesi. Özellikle Zendaya’nın Malcolm karakterine rol yaptığı sahne, oyun içinde oyun olmasıyla ve gösterilen üstün performans ile akıllardan çıkmayacak gibi. Washington’un ise film hakkındaki eleştiriyi okuduktan sonra başladığı ve uzunca bir süre soluk almadan sürdürdüğü tiradının olduğu sahne oldukça etkileyici. Fakat tüm olumlu yanlarına rağmen Levinson’un bolca öykündüğü John Cassavetes ile boy ölçüşmesi için henüz zaman var gibi. Ne dersiniz?

     

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top