Hesabım
    Paralel Anneler
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Paralel Anneler

    Bebekler karıştı, hikaye karışmasın!

    Yazar: Banu Bozdemir

    78. Venedik Film Festivali’nde açılışını yapan ve Pedro Almodovar’ın İngilizce dilindeki ilk filmi olan Parallel Mothers/ Paralel Anneler filmi, hastanede karışan bebekler hikayesini, biraz politize bir damarla farklı iki uca çekmeye çalışıyor. Yönetmen kendisi de ısrarla belirtiyor zaten, en politik filmim diye. Franco döneminde oluşturulan toplu mezarlarda dedesinin kemiklerini arayan Janis’e, daha genel bir söylemle köklerini, kökenlerini arayan insanlara selam çakan Almodovar, hikayenin günümüze rastlayan yanında da tesadüfle birlikte kesişen aidiyet, kimlik gibi kavramlara sahip çıkmaya çalışıyor.

    Birçoklarının burun kıvırdığı ‘hastaneden karışan bebekler’ konusunun o kadar da basite indirgendiğini düşünmüyorum. (yakın örnekli Like Father, Like Son’ı hatırlayalım) Janis ve Ana arasında kurulan bağ, kökenlerimizin kişiliklerimize ve toplumsal belleğimize ne kadar da sirayet edebileceğine dair işaretler barındırıyor. Ana ve Janis belki de ayrı düşecekleri bir durumdayken, köken hikayesiyle sonsuza dek bağlanıyorlar. Bu tesadüfler karmaşasını kendine has bir estetik ve dramla ördüğünü söylemek mümkün Almodovar’ın. Filmdeki her karakteri filmin finalindeki kavuşma ve yüzleşme sahnesinde toplaması, buradan çarpıcı bir hikaye çıkarmasına rağmen yine de bu sahnenin ana hikayeyle çok iç içe geçtiğini söylemek zor, onu kabul ediyorum. Sanki başka bir yönetmenin kadrajı gibi duruyor.  Belki de Almodovar’ın pastel, kırmızı, canlı renklerinin ortasına böyle bir hikaye yerleştiriyor olmasının seyircide yarattığı alışılmadık sıkıntısı olabilir, kimbilir.

    Janis ve Ana’nın karışan bebeklerinden yola çıkarak hikayesini kuruyor film. Janis’in bebeğinin etnik yüzü bir sorun olduğunun altını çiziyor. Ve film farklı bir etnik kimliğin izini sürüyor bir yandan. Film diğer bebeğin ölümünü çok üstünkörü geçiyor mesela. Ana’nın gençliği, çocuğun babasına dair kafa karışıklıkları ve bebeğe iyi bakılmadığı gibi konuları tartışmaya kapayan, Janis’in kanunları karıştırmadan kendi kendine hallettiği DNA test sonuçlarının onun vicdanına bırakılması da ilginç bir detay. Pandemiye gönderme yaptığını düşündüğüm, ağızdan alınan tükürük sıvısı (bu da bir DNA yöntemi bu arada) ve dar alanları kapsayan çekim aşaması Almodovar’a farklı bir sorgu mekanizması alanı yaratmış gibi.

    Almodovar’ın aslında hikayelemesinde bir sıkıntı yok. Anneler hikayesi tıkır tıkır işliyor; aşk, kayıplar, kıskançlık, aldatma tam bir Almodovar. Sadece kaderin yarattığı tanışıklık, birliktelik o kadar sakin ve bir yandan da içsel ilerliyor ki; filmin başlarda kıvrılacağını hissettirdiği gizemli ve gerilimli hava bir anda yumuşuyor. Yani tek çocuklu ebeveynler dünyasıyla orta yol bulunmuş gibi oluyor. Bu arada Ana’nın annesi Teresa’ya ayrı bir parantez açılabilir, sanki daha önceki Almodovar filmlerinden çıkıp gelmiş gibi. Ayrı bir kulvarda akıyor hikayesi. Ve Rossy de Palma’yı daha çok görmek isterdik. Penelope Cruz için bir şey demeye gerek yok, Almodovar’ın has oyuncusu olmaya devam ediyor. Milena Smit de filmin farklı yüzü olmaya aday.

    Almodovar sanatsal evrenine böyle bir yüzleşme hikayesi döşemekle yeni ve belki de şaşırtıcı bir söylem deniyor, dengelemekte zorlanmış olabilir ama denemeye değermiş!

    twitter.com/banubozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top