Soygunu en masum olanınız yapsın!
Yazar: Banu BozdemirLouis Garrell’in yazıp yönetip oynadığı Masum / The Innocent soygun filmleri kadar havalı ve bir o kadar da romantik komediyle dans eden bir film. Garrell yine bir Abel olarak karşımıza çıkıyor, sanırız bu isme karşı bir tutkusu var!
Filmin şöyle bir yanı var; kâğıt üstünde okusanız senaryosunu bir parça vasat bulacağınız ama oyunculuklarla, mimik ve detaylarla göz dolduran bir yapısı mevcut! Popüler sinema örneği gibi dursa da konusuna ve duygusuna sonuna kadar sahip çıkıyor, samimi ve sade bir anlatımla ilerliyor ve bir iddiada bulunmuyor. Ya da şöyle bir iddiada bulunuyor: önyargı kötü bir şeydir, hoşgörü her şey…
Başta Cannes Film Festivali olmak üzere San Sebastian, Zürih gibi festivalleri dolaşan film, annesini evlendiği adamdan korumak için elinden geleni yapan Abel’in çabasını anlatıyor. Başlangıcından itibaren çılgın bir şeyin içine sürüklendiğimize ve karakterlerin her şeyi yapmaya muktedir olduğuna dair bir izlenim kazanmamızı sağlıyarak ta en baştan gönlümüzü kazanmaya çalışıyor. Abel’in annesi Slyvie çılgın ama bir o kadar da güven sorunu yaşayan bir kadın ve tiyatro çalışması yaptırdığı mahkumlardan Michel’e abayı yakıyor. Ve onunla hapishanede evleniyor, Abel’in kabusları da tam bu noktada başlıyor. Kısa bir süre sonra hapisten çıkan Michel’e hiç güvenmeyen Abel, annesini korumak adına istemediği planların bir parçası haline geliyor!
Masum’da ana karakter Abel gibi görünse de dört güçlü karakterin arasında dönen bir film var karşımızda. Michel suçun içine doğmuş, karizmasıyla ortamı dolduran biriyken Abel’in yakın arkadaşı Clemence ise sanal dünyalarda aşkı arayan ama başaramayan, hayatın akıcılığına ve romantizmine karışmak isteyen biri. (Noémie Merlant çok iyi bir Clemence olmuş bu arada) Dört karakter bir araya gelince ortaya sempatik ve iddialı bir dörtlü aksiyon öyküsü çıkıyor.
Tabii hikayenin şöyle bir yanı da var. Filmin ismine kadar bahşedilen masum kim? Abel bu konuda puanları toplayabilir, hatta kendisini bu kategoriye çok rahat dahil edebilir ama bu tanımda herkesin de hakkı var diye düşünüyorum.
Filmde gerçek hayatla tiyatro duygusunun karışıklığından doğan duygu devinimleri yaşanıyor. Örneğin Slyvie hapiste oyunculuk yeteneğine bayıldığı Michel’in çıktıktan sonra gerçeğe döndüğü düşüncesiyle yüzleşir. Clemence ise zaten ortamını geç bulmuş gibi atlıyor her heyecan verici ve tehlikeli detaya. Özellikle Abel ve Clemence ikilisinin yemek sahnesindeki performansları alkışlanası.
Karısı öldükten sonra kendisini toplayamayan Abel’in bakış açısı ise çok farklı, akvaryumda çocuklara ve turistlere ders anlatan Abel tam ortamını bulmuş gibi. Suların altında kalmış, duygusal bir tonda hayata tutunmaya çalışıyor. O yüzden yemek sahnesinde oyunun dışına çıkıp, gerçek duygularını Clemence’in suratına püskürtüveriyor.
Filmin, başta da dediğim gibi, büyük bir iddiası yok. Duygular, kayıplar, dostluk ve kırgınlıklar üzerinden güzel bir hikaye anlatıyor; filmin ritmi komedi, romantizm ve gerilimle iyi bir şekilde kesişiyor ve karakterler olayların içine inandırıcı bir şekilde girmeyi başarıyor. Merlant ve Garlent çiftinin kimyaları iyi tutmuş ayrıca…
twitter.com/banubozdemir