Ortalama puan
2,9
24 Puanlama
Spencer hakkında görüşlerin ?

6 Kullanıcı yorumları

5
0 Eleştiri
4
2 Eleştiri
3
1 Eleştiri
2
0 Eleştiri
1
0 Eleştiri
0
3 Eleştiri
0,5
20 Haziran 2022 tarihinde eklendi
o kadar uzatılmış sahnelerle başladıki film.. 15. dakikada kapatmak zorunda kaldım.. Hiç benim tarzım değil ne yazık ki..
3,0
5 Aralık 2021 tarihinde eklendi
MELANKOLİK BİR HİKAYE: LADY DIANA VE YAŞAMI

Spencer, Lady Diana'nın evlenmeden evvelki soyadı olduğu için filme adını vermektedir. Filme fragmanı izleyerek gitmeme rağmen, açıkçası hikayenin bir bütün olarak ele alınacağını, Lady Diana'nın ölümüne değin sürdürülecek bir hikaye olacağını sanıyordum. Sanırım birçok insan da benim gibi düşünerek filme gitmiştir; fakat film onun yalnızlığı, melankolik ruh hali, evliliğindeki mutsuzluk üzerine yoğunlaşıyor ve onun boşanma kararına kadarki süreci ele alıyor.

Oyuncu Kristen Stewart her zamanki soğuk, soluk ancak çekici tavrı ile sahnede. Tip olarak Diana'yı anımsatıyor evet, ancak bana kalırsa kimi noktada mutsuzluk duygusunu yansıtmak adına normalden fazla bir tepki gösterdiği sahneler bir hayli fazla.

Filmin özetleyici ve net tutumu güzel, ancak Diana'nın çok sorunlu ve uyumsuzlukta aşırıya kaçan tavırları bana çokça inandırıcı gelmemiştir.

Filmde kullanılan mekan ve dönem kıyafetleri ise filmi yükselten unsurlar arasında yerini almaktadır.
0,5
29 Kasım 2021 tarihinde eklendi
İzlediğim filmlere yorum yazmam ama sırf vakit kaybı yarattığı için bu vakit kaybını daha nasıl arttırırım diye yorum yazıyorum. Sadece bir sahne ne anlattığı belirsiz saçma sapan film.
4,0
28 Kasım 2021 tarihinde eklendi
Yaşanmış gerçek bir trajedinin, "masalsı (fictional)" tarzdaki öyküsünün anlatıldığı senaryosunu, Steven Knight'ın kaleme aldığı "Spencer"; yönetmen koltuğunda oturan Şilili sinemacı Pablo Larrain farkıyla kurgulanmış, (pek çok sinemasever ve eleştirmenin sandığının aksine) gerçeklere birebir sadık kalınan "müdahalesiz" bir biyografi olarak değil de, daha çok "mesela" denilen dokundurmaların sıklıkla kullanıldığı, "ezber bozan" bir psikolojik drama olarak geliyor karşımıza...

Gelin isterseniz; çekimleri; 18 milyon dolarlık, benzeri Hollywood prodüksiyonlarının gerisine düşen bir bütçe ile Schlosshotel Kronberg, Schloss Marquardt ve Nordkirchen Kalesi gibi "beton ekonomisine tapınma" adeti bulunmayan, kent kültürüne sahip "yerleşik" uluslarca koruma altına alınan tarihi mekanların kullanıldığı Almanya'da yapılan ve adını Galler Prensesi Diana'nın bekarlık soyadından esinlenen filmimize biraz daha yakından bakalım...

1990 yılının Yılbaşı Arifesi...

1847'de, sırf eğlence olsun diye Prens Albert'ın başlattığı bir geleneğe göre, soğuktan buz kesmiş odalarını, yeni nesil kalorifer sistemleri ile ısıtmak yerine battaniye altında, tir tir titrenilen Kraliçe II. Elizabeth'in (Stella Gonet) Norfolk'daki Sandringham Evindeki, üç gün sürecek olan yemek öncesinde kraliyet ailesinin tamamı, Binbaşı Alistar Gregory (Timothy Spall) tarafından kantara oturtularak tartılmaktadır...

Amaç yiyip içmek ve eğlenmek dışında hiçbir aktiviteye yer verilmeyen bu üç günlük süre içinde alınan fazla kilonun belirlenmesi, böylelikle de bir anlamda bu "soylu aptallığa", oldukça garip bir meşruiyet kazandırılmasıdır...

Bir bilgi notu olarak, Kraliçesin özel yardımcılarından olan bu Binbaşının asıl görevinin, ne zaman nasıl davranacağı bilinemeyen Prenses Diana'yı (Kristen Stewart), basının kameralarından korumak ve örneğin, odasının perdeleri açıkken giyinip soyunmaması hususunda uyarmak olduğunu belirtmiş olalım...

Ki, kocası Galler Prensi Charles (Jack Farthing) bu işi daha sonraki gün, aynı odanın perdelerini, bir daha açılamayacak şekilde diktirmeye kadar da götürecektir...

Hani neredeyse Diana, "Kiz Kulesine" kapatılarak herkesten tecrit edilmeye uğraşılan bir Bizans prensesi muamelesi görmektedir...

Bu türden saray gelenek ve kısıtlamaları ile arası pek hoş olmayan Diana'na için tek olumlu haber; kıyafetlerinin, yakından tanıyıp sevdiği ve içini de dökebildiği yardıcılarından Maggie (Sally Hawkins) tarafından hazırlanmış ve de giydirilecek olmasıdır...

Elbette sımsıkı sarıldığı oğulları William (Jack Nielen) ile Harry'i de (Freddie Spry) atlamayalım...

Ancak başta Kraliçe ve kocası Charles olmak üzere saraydaki hemen herkesin gözleri, yapayalnız kalmış olan Diana'nın üzerinde olup bizzat Binbaşının, yatağının baş ucuna, Phillip W. Margate'in yazdığı "Anne Boleyn, Life and Death of a Martyr" isimli kitabı bırakmasının yanı sıra aralarında geçen bir sohbet esnasında Diana'yı, arkadaşlarının birinden duyduğu bir anekdot aracılığı ile bir türlü zapturapt altına alınamayan "vahşi bir at"a benzetir...

Yeri gelmişken; güneşin batmadığı imparatorluk da 45 yıl boyunca hüküm süren I. Elizabeth'in annesi de olan Anne Boleyn'in (Amy Manson), (Paris'teki "karanlık" bir tünel de olmasa da) Jane Seymour'a aşık olan kocası Kral XIII. Henry tarafından, zina suçlaması ile Londra Kulesinde kafası kestirilerek infaz ettirilen önemli şahsiyetlerden biri olduğunu da belirtmiş olalım...

Yılbaşı Günü...

Diana için sabahın ilk sürprizi, Charles'ın talimatı ile Binbaşı Gregory'nin, Diana ile iyi anlaşan Maggie'yi Londra'ya geri göndermesidir...

Ancak Diana, Maggie konusunda ısrarcı olup bu talebini onun yerine gönderilen ve odasındaki bütün perdeleri sıkı sıkıya kapatan Angela (Laura Benson) aracılığı ile Binbaşıya, daha doğrusu toplumdaki yerleşik kanıların zıddına zamparalık yaptığına inandığı kocasına iletir...

Ardından sırada, kraliyetin aile fotoğrafının çekilmesi, birlikte yapılan kahvaltı ve Aziz Mary Magdalene Kilisesindeki sabah ayini bulunmaktadır...

Kocası Charles ile de arası yeterince limoni olan ve ilişkileri artık tamamen kopma noktasına gelen Diana ile İngiliz para birim Pound üzerinde kendi resmi bulunan Kraliçe arasında, medyatik olmak ve kendini halka sevdirmek hususunda öylesine iğneleyici bir konuşma geçer ki, o bölümü kesinlikle ıskalamamanızı tavsiye ederiz...

Dakika 63...

Geride sizleri; Diana'nın içine düştüğü kabus benzeri yalnızlığın, bilinen ezberlerin tersine, bambaşka bir bakış açısı ile gözler önüne serildiği, 54 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...

Sonuç olarak; Jonny Greenwood'un yazdığı, filmin tamamına yayılan orijinal müzikler ile hikayeye son noktayı koyan, hatta damgasını vuran Mike + Mechanics'in aynı isimli efsanevi albümünde (1985) yer alan "All I Need Is A Miracle / Tüm Gereksinimim Bir Mucize"nin de senkronize bir uyum için de Larrain'in kurgusuna eşlik ettikleri bu filmi kaçırmamanızı öneriyoruz...

Zira, kanlı Pinochet faşizminin gayet net bir biçimde resmedildiği "Post Mortem" (2010), "No" (2012) ve "Neruda"dan (2016) oluşan "Şili Üçlemesi"nin mimarı da olan favori yönetmenlerimizden Pablo Larrain'in şanına yaraşan sıra dışı bir ürün çıkmış ortaya...

Keyifli seyirler,
0,5
27 Kasım 2021 tarihinde eklendi
Ömrü hayatım boyunca izlediğim en berbat film olarak notlarım arasına girdi. Böyle sempatik bir kişiliği böyle bir filme alet etmek berbat gerçekten . Yarım yıldız bile vermek canımı sıktı
4,0
21 Kasım 2021 tarihinde eklendi
Sırf Kristen Stewart'in performansı için bile izlenir ama film de gayet tatmin edici. Sinematografi, kostüm tasarım, set tasarımı ve müzik usta işi. Diyaloglar biraz melodramatik ama film ufak tefek kusurları görmezden gelebileceğiniz kadar iyi yapılmış.
Daha Fazlasını Göster
Back to Top