Hesabım
    Spencer
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Spencer

    "Spencer'a dönme arzusu"

    Yazar: Banu Bozdemir

    NoJackie ve Ema gibi filmleri bulunan Pablo Larrain ellerinden çıkma Spencer çok dar bir zamanda Diana’nın Prens Charles ile olan evliliğinin artık hükümsüz olduğu günlere odaklanıyor. Diana çocukluğumuzun kahramanı olmuş, mahcup ve mutsuz olduğunu belli eden tavırlarıyla hepimizin gönüllerinde yer etmeyi başarmış, farklı bir prenses modeliydi. Ölümü de aynı oranda üzücü olan Prenses Diana, arkasında bir sır perdesi barındıran ölümüyle hep bir merak unsuruydu!

    Film Diana’nın evlenmeden önceki soyadı olan Spencer’ı gündeme taşıyor ve onu bu çalkantılı hayatın dışına çıkarmayı hedefliyor ama aslında tam tersini yapıyor. Bir Noel kutlamasının arka planında, bizi Prenses Diana’nın yaşadığı ikilem, bunalım, mutsuzluk ve depresyon duygusuyla baş başa bırakıyor. Filmi izlerken mutsuz prensesin bu denli mutsuz olduğunu bilmediğimi fark ettim. Ve arkasından Diana bu döneminin bu denli açık bir şekilde ortaya konmasını ister miydi diye düşündüm! Çok özel anlar, sonuna gelinmiş, taşmış hatta bitmiş duyguların izinde artık var olamayan, yapamayan bir kadının, evliliğinin ilk yıllarında tetiklenen blumia hastalığıyla dışavurum yöntemi…

    Senaryosunu Oscar adaylığı da bulunan Steven Knight’ın kaleme aldığı film; yoğun bir aristokrat baskı altında, tüm hayatı planlanan ve bu planlı hayatı yaşaması için zorlanan Diana’nın nadir mutlu anlarını da es geçmiyor. Oğulları Henry ve William ile birlikte oldukları anlar, mutfaktaki baş aşçı ve hayali mi gerçek mi olduğuna karar veremediğimiz kadın yardımcısıyla geçirdiği kısa anlar. Onun dışında kendini mutsuz eden, tahakküm kuran herkesten kaçıyor Diana, odaya kapanıyor ve kusuyor.

    Prens Charles ile dillere destan bir düğünle evlenen ama Charles’ın sevgilisi Camilla’dan vazgeçmemesi üzerine ilk yıllardan beri çektiği mutsuzluğun son demlerini içiriyor film bize! Filmin soğuk havası, uzun koridorların sıkça kullanılması, daha çok karanlık bir atmosfer filmi izlenimi yaratıyor.

    Gelelim Diana rolünün emanet edildiği Kristen Stewart’a. Oscar ödülü kesin gözüyle bakılan Stewart’ın kelimeleri yutması, hızlı hızlı konuşması Diana bu kadar hızlı mı konuşuyordu dedirtti bana. Birkaç ses kaydına ulaştım ama bu kadar hızlı konuşmadığını fark ettim. Belki de Diana’nın içine düştüğü ruh halini aktarmak için hızlı ve kesik bir konuşma stili uygulamış Stewart. Ve tabii ki kocaman, kasvetli ve soğuk olduğu tekrarlanan evin yalnızlığı altında ezilip kalmış Diana’nın ruh halini gayet iyi bir şekilde ortaya çıkarmış. Bir Spencer olarak geldiği sarayda Galler Prensesi Leydi Diana olarak anılan, ama bu yeni girdiği ortama uyum sağlamak için izin isteyen ve sonrasında yaşadığı olayların yükü altında aslında bir Spencer olarak kalmayı hayal edip babasının bir korkuluk üzerindeki eskimiş ceketine (onun yerine kendi giysilerini takıyor, adeta eski günlerin özlemini çeken bir kadın olduğu vurgusu ve elinden alınmış bir hayatın sabit duruşu) sahip çıkan bir kadının peşinde biz de o kasvetli koridorları adımladık. Diana’nın ruh haline karışan 1. Elizabeth’in annesi Anne Boleyn’le benzer bir ruh hali ve yaşam hikayesi olduğu üzerine bir çağrışım yapılan film, ölümünün üzerinde de sır perdesi barındıran, herkesin kraliyet ailesinden çok ilgi gösterdiği acılı bir hayatı, birkaç günlük sancılı bir süreçle önümüze getiriyor. Neyse ki sonunda nadir anlardan biri olduğunu anladığımız bir mutluluk barındırıyor. Arabayla yollara düşüp çocuklarıyla bir bankın üzerinde bir şeyler atıştırmak…

    İki Oscar adaylığı bulunan film Diana’yı bir kez daha anmak için iyi bir fırsat. Mutsuzlukla çevrilmiş yılların en üst patlaması sayılabilecek, bir karar verme aşamasının en sancılı anlarına tanıklık ettiğimiz film karakterle iyi bir özdeşlik sağlıyor. Bu da onu güçlü kılıyor!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top