Hesabım
    Yeni Bir Yaşam
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Yeni Bir Yaşam

    Life as a House

    Yazar: Orkan Şancı

    Hayat, içinde yaşadığınız bir ev gibidir. Hayatınızdan memnun değilseniz belki de evi yıkıp yerine yenisini yapma zamanı gelmiştir.

    71 yaşındaki Irwin Winkler’ın filmi bu temadan yola çıkıyor ve zaman zaman zorlama bir duygusal havaya bürünse ve klasik olma şansını kaçırsa da ayakta kalmayı başarıyor. Winkler deyip geçmeyin; kendisi Rocky filmlerinin ve Martin Scorsese imzalı Good Fellas’ın efsanevi prodüktörü. Ne var ki ihtiyar kurdun, yönetmen koltuğuna oturduğunda, iyi hikayeleri alıp eline yüzüne bulaştırmada rakip tanımayacak bir başarısı var. Daha önce Val Kilmer ve Mira Sorvino’yu biraraya getiren 'At First Sight'ını izlediğimiz Winkler’ın sorunu, iyi bir anlatıcı olmaması ve zaten keşfedilmiş sinemasal tatları izleyiciye yeni bir şeymiş gibi sunmaya çalışması.

    'At First Sight', kör bir adam ile ona aşık olan kızın öyküsünü anlatıyordu. Virgil (Kilmer), mucizevi bir operasyonun sonunda yavaş yavaş görmeye başlıyor ve Amy (Sorvino) ile ilişkileri daha da güzel bir hal alıyordu. Ancak o zamana kadar aklı artık her neredeyse Virgil, Amy’nin kendisine acıdığını düşünmeye başlıyor ve gereksiz yere/zorlama tartışmalar başlatıyordu. İlk başlarda klişelerden uzak duran film, duygusal çatışmaların başladığı andan itibaren Winkler’ın elinde klişeler yumağına saplanıp kalıyordu.

    'Life As A House'daki sorun da aynı: anlatım bozukluğu. Film, her ne kadar duygusal anlamda 'sıcak' bir konuya sahip olsa da klasik olma şansını açık farkla kaçırıyor. Üstelik ana karakterlerin tamamı üst düzey oyuncular tarafından canlandırılıp senaristin de 'As Good As It Gets'i yazmış Mark Andrus olmasına karşın. Andrus’un 'American Beauty'yi andıran ama bence daha başarılı 'problemli aileler'i ve 'ilginç komşular'ı var. Sorun ise, Winkler’ın hikayeyi anlatmaya geç başlaması.

    Tony ve Oscar ödüllü büyük oyuncu Kevin Kline’ın filmin başındaki uzun plan-sekans’ı, sıradışı bir filmle karşı karşıya olduğumuzu düşündürse de çok geçmeden yanıldığımızı anlıyoruz. George’un karısı ve oğluyla olan ilişkisinin neden yürümediği, işini kaybetmenin dışında da zaten pek iyi görünmeyen psikolojisinin altında yatan diğer nedenleri izleyicinin biliyor olduğu kabul ediliyor sanki. Böyle olunca da George’un yeni bir ev yapabilmek için gösterdiği gayret, hedeflenen duygusallığı tam olarak yakalayamıyor. İzleyici, başta belirttiğim temayı hayata geçirecek yegane karakterle özdeşleşemiyor.

    İzleyici George yerine 'satanist' oğlu Sam’le vakit geçiriyor. Anlaşılan Winkler da Sam karakterini çok sevmiş. Sürekli Marilyn Manson dinleyen, yüzü piercing’den geçilmeyen Sam rolünde Finli genç yetenek Hayden Kristensen çok başarılı. George Lucas’ın her zamanki zayıf oyuncu yönetimi yüzünden yeni Star Wars filminde yeterince parlayamayan Kristensen’in, öfkeli genci oynama konusunda tartışmasız bir becerisi var. Bağırırken sesinde çatallanmalar oluşturması ve öfkesini bakışlarıyla iletebilmesi gibi.

    Ama sorun Winkler’ın, yani anlatıcının, hikayenin gerektirdiğinin aksine George yerine Sam karakterine daha fazla önem vermesi. George’un babası ile arasında yaşadığı kilit öneme sahip olaylar birkaç replikle geçiştirilirken Sam’in bunalım takıldığı bir gece Radiohead’in 'How To Disappear Completely' şarkısı çalınabiliyor. Winkler, yan karakter olması gereken Sam’in rolünü o kadar büyütüyor ki tek bir sahne için bile soundtrack çalışması yapabiliyor. Bu arada şarkının sözlerinde 'kendini silme, kendini ve olayları yok sayma' çabasının anlatıldığını ve bunun, Sam’in babasının öleceği gerçeğini 'inkar' etme çabası ile örtüştüğünü vurgulamak gerek.

    Filmin etkileyiciliğini azaltan başka anlatım sorunları da var. Yeni bir ev inşa etmenin Sam için yavaş yavaş taşımaya başlayacağı önem, boşanmış bir çiftin birbirine yeniden aşık olabilmesi gibi konular iyi işlenmemiş.

    Sam karakterinin o kadar sert ve uzlaşmaya yanaşmaz biçimde çizilmiş olmasına karşın, filmin sonunda babasını pencereye götürüp evin ışıklarını göstermesine gelince. Belki yapıştırma gibi görünüyor ama George’un söylediği 'değişim her zaman yavaş olmaz, bazen çok serttir. Ne zaman gerçekleştiğini anlayamazsın bile' sözleri yeterince açıklayıcı.

    Sonuçta, koskoca Kevin Kline kendini tekrar etmek zorunda kalırken Hayden Christensen, Kristin Scott Thomas ve Alyssa rolündeki Jena Malone ön plana çıkıvermiş. Bu arada Contact’in ve Stepmom’un antipatik küçük kızı Malone’un 'hayli olumlu' bir fiziki değişim geçirdiğinin altını çizelim.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top