Kadın, Kadının Yurdudur!
Yazar: Banu BozdemirAli Abbasi İran asıllı Danimarkalı yönetmen. Daha önce Cannes’da Belirli Bir Bakış Bölümü’nde ödül kazanan Grans / Sınır filmiyle dikkatleri çeken Abbasi yine İran’ın içinde bulunduğu güncel bir durumu Holy Spider / Kutsal Örümcek’i beyaz perdeye taşıyarak ürkütücü aynı zamanda gergin ilerleyen bir suç dramasına imza atıyor. Özellikle de gazeteci Rahimi’nin (Zar Amir Ebrahimi) tek başına bir kadın olarak otelde kalmak istemesi, otel çalışanının tavırlar, başını düzgün kapaması yönünde uyarıda bulunması aslında İran’da süregelen siyasal islamın ve kadınlara yönelik baskısının uzantısı olarak karşımıza çıkabilecek alelade bir enstantane… Gazeteci olduğunu söyleyince en azından baskının kırılıp otelde kalmaya başlaması da gazetecilere olan olumlu (ya da çekinme) bakış açısının küçük bir işareti mi diye sormadan edemedim. Ama İran’da yaşanan vahim durumu yine kadınların bozacağına dair kurmaca bir karakter olsa da Rahimi’nin varlığı önem kazanıyor.
Film gerçek bir olaydan ilham alıyor ve 2001 yılında 16 kadını öldüren seri katil Saeed Hanaei’nin (Mehdi Bajestani) hikayesine dayanıyor, ve tabii onun peşindeki kurmaca karakter Rahimi’ye… Bu seri katil hikayesiyle birlikte İran’daki ataerkil, kapalı ve ezber bir sistemin yapısını da ortaya saçmış oluyor.
Hanaei’nin peşine düştüğü kadınları kimliğine, geçmişine dair herhangi bir detay görmüyoruz, zaten katil Hanaei ve ülkenin kurumlarındaki erkekler için kadınların o saatte dışarıda olması, ölmesi için iyi bir dayanak oluşturuyor. O yüzden cinayetlerin çözülemediğine dair bir imayı sürekli Hanaei’nin motosikletiyle dolaştığı yollarda dolaştırıyor Abbasi. Cinayetler göz yumulan, adeta desteklenir bir halde görmezden gelinen bir rahatlıkla işleniyor. O yüzden Rahimi, Hanaei’nin kimliğini deşifre ettiğinde katilin arkasında büyük bir destekçi grubu oluşuyor. Ailesinin desteği bir yana özellikle de oğlu, babasının yolundan gideceğine dair güçlü doneler sunuyor izleyiciye… Bu da asıl suçlunun toplumsal bakış açısı olduğunun altını iyice çiziyor.
İran-Irak savaşında gazi olan, duvar işçiliği yapan, belki de şehit olamadığı için kendisini suçlu hisseden ve cihad duygusunu, islama uygun davranmadığını düşünen kadınları yok ederek tatmin eden zavallı bir karakter Hanaei. Ama bir psikopat olarak resmedilmiyor, karısına ve çocuklarına düşkün bir adamın tamamlanmamış yönü olarak karşımıza getiriliyor. Öldürdüğü kadınlara ilişkin cinsel dürtüsünün oluşup oluşmadığını ise küçük detaylarda gizliyor yönetmen. Ama genelde kadınların üzerine sıçratacağı günahtan kaçar halde görüyoruz kendisini!
Filmin katili yorumlarken özellikle sansasyonel seri katil filmleri gibi olmaktan uzak durduğunu, bunun yanında tüyler ürperten bir olayı soğukkanlı, güçlü ve kesin bir anlatımla karşımıza çıkardığını gözlemliyoruz. Hanaei o kadar kişisel bir dürtüyle cinayetleri işliyor ki, toplumsal ivme kazandığında hem şaşırıyor hem de özgüven patlaması yaşıyor. O yüzden birtakım devlet ve din adamlarının arkasını sıvazlayıp, bir anlamda sağ gösterip sol vurması karşısında kahramanın tükenişi başlıyor. O konuda Hanaei’nin odasına gelip ona cesaretlendirici sözler söylemeleri bizim içinde inandırıcı geliyor ve işlemeyen sistemler silsilesini çok tanıdık buluyoruz. Ama sonrasında olayı izlemek isteyen iki gazetecinin Rahimi ve arkadaşının basında yaratacağı izdiham sonucu Hanaei’nin ipi kesiliyor. Film o ana kadar bizi Hanaei’nin kaderi konusunda ikilemde bırakmaya devam ediyor!
Rahimi’ye gelince, gerçekten de cesur ve gözüpek bir karakter. Erkekler dünyasında ses getirmeyen olayın içine balıklama dalıyor, katilin soğuk nefesini hissediyor, öncülük ediyor! Ve bir parça geri çekilme, çekince göstermiyor ve bir anlamda İranlı kadınların mücadelesini sırtlanmış oluyor. Bu güzel çabası Cannes Film Festivali tarafından En iyi Kadın Oyuncu ödülüyle taçlandırılıyor.
Film cephesinde bunlar yaşanırken İran Kültür ve İrşad Bakanı filmi kesin bir dille reddediyor. Filmin Ürdün’de çekildiğini, oyuncularının yurt dışında yaşadığını ve İran’a ait bir lisansı bulunmadığını belirtiyor. Milli ve dini değerlere hakaret olarak nitelendirdikleri filmin kadınların İran’da nasıl bir yaşam sürdüklerine dair önermesi de böylece ortaya dökülmüş oluyor. Seri katiller olmasa da devlet eliyle hayatına son verilmiş bir sürü kadın var İran’da. En son örnek de Mahsa Amani’ydi. Bu film ona ve tüm İranlı kadınlara uzatılmış bir el gibi algılanmalı!
twitter.com/banubozdemir