tutku esirleri kötü bir film değil herşeyden önce. ne pornografi ne de erotizm. aslında bu film düş/gerçek arasında gidip gelen bir drama. bir kadının anatomisi, istekleri, arzuları, tutkuları...
birkez jane camphion'un polisiye/gerilim yapmak gibi bir derdi yada iddiası yok. kendine has kurgu ve atmosferi ile daha başka şeyler anlatmaya çalışıyor. bir yazar var. bu yazar sık sık hayaller görüyor. hatta arkadaşına bir ara, sen neden vücut arıyorsun... hayalde kurarak yapabilirsin bunu!, diyor. haklı da aslında. çevresinden öylesine soyutlanmış ve yanlızlığa hapsolmuş bir insan yeniden seksi keşfe çıkıyor ama yazdığı romanda bu arada ayağına dolaıyor. katil hemen onun yanında olabilir endişesiyle doğru düzgün bir cinsel hayat ve hatta duygusal şeyler yaşayamıyor.
filmde bir fener sahnesi var. buda gerçek ve düş ikilemini güçlendiriyor. kadının üniversitede okuttuğu kitapda bahsettiği feneri daha sonra cineyet ana mekanı olarak kendi hayatında buluyor. ardından sebepsizce işlenen kardeş ölümü, dedktifin cebinden çıkan bebek arabası künye ucu. herşeyi bir kenera atsak sadece meg rayn için bile anlamlı kaçıyor.
yılların cicili bicili kızı birden wamp kadına neden dönüşüyor? bu sorunun cevabı yönetmende! yönetmen meg ryan'ı böyle yaparak aslında görünen/olan, söylenen/yapılan, doğru olan/çarpıtılana en kestirme yoldan gidiyor.
kendine has ve oldukça düşünsel alt metin içeren bu film bence izlenmeli.
ha unutmadan camphion'un lynch olmak gibi bir kaygısı yok. o nedenle lynchvari bir film sakın beklemeyin.