Senaryosunu da, Arjantinli sinemacı ve yazar Santiago Amigorena'nın "Mes derniers mots" (2015) isimli romanından...
Kendisiyle beraber uyarlayarak kaleme alan Jonathan Nossiter'in yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu "Last Words"; muhtemelen, oldukça iri bir meteorun yahut da bir kuyruklu yıldızın çarpması neticesinde...
Otuz yıl önce tüm dünyayı etkisi altına alan...
Hatta Afrika kıtasının tamamını sular altında bırakacak büyüklükteki bir tsunaminin yol açtığı, taze gıda ile çeşmelerden akan içecek suya ulaşılamayan; bırakın kendisini, teknolojinin kırıntılarının esamisinin dahi okunmadığı...
Kıyamet sonrası günlerin resmedildiği, son derece çarpıcı bir drama olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz, 12 - 23 Mayıs 2020 tarihleri arasında düzenlenmesi planlanan Cannes Film Festivali'ne resmen davet edilmiş olmasına karşın; Covid-19 pandemisi dönemindeki kapanmalar sayesinde festival iptal edildiği için, hiçbir kategoride yarışma fırsatı bulamayan...
ABD, Fransa ve İtalya ortak yapımı bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
Film...
Kendinin, dünyadaki yaşayan son insan olduğu duygusuna kapılmış olan ve dünyanın normal olduğu günlere değğin de herhangi bir malumata sahip olmayan yirmili yaşlarının başındaki Afro - Avrupa kökenli Kal'ın (Kalipha Touray)...
"Birbirimize anlattığımız hikayelerle yaşar ve ölürüz... Benim hikayem, insanlığın sonu hakkında...
Bugün, 20 Haziran 2086... Dünyada, hikayelerini anlatabileceğim kimse kalmadı... Bu yüzden, onları anlatmayı bırakacağım... Söyleyecek bir şeyim yok... Ben sadece sıradan biriyim...
İnanılmaz bir şey sayesinde kurtulmadım... Özel güçlerim olduğu için sonuncu değilim... Ben yalnızca sonuncuyum...
Benim hikayem, iki yıl önce başladı...
Nisan, 2084...
Kız kardeşim ve ben, Kızıl Deniz'de kaybolmadan önce Lonrda'dan Paris'e kaçtık...
Sonunda, doğan herkes gibi hiçbir şeyimiz yoktu... Hiçbir şey bilmiyorduk... Ailemiz yoktu... Öğrenme şansımız yoktu... Geçmişimiz yoktu... Gelecek yoktu... Paris'te kalan son kişiler, konserve, su ve barınak arıyorlardı...
(İşte o arayış esnasında...
Ölmüş bir adamın, cesedinin kokuşmakta olduğu evine giren iki kardeş; bir miktar konserve yiyecek ve içecek su bulmanın yanı sıra okuyacak kitap ile arkasında 'Cineteca di Bologna' yazan sinema filmi makaraları da bulurlar...)
Kız kardeşim, dünyada hamile kalan son kişilerden biriydi... Belki de sonuncusu... Nasıl olduğunu hiç sormadım... Çünkü bunun bir önemi yoktu...
Onun içindeki şeyi beslemeye devam edebilmek için; evdeki yiyecek tükenince, dışarıya çıkmak zorunda kaldık...
(Derken...
Kal'ın hamile kız kardeşinin, karnındaki bebeğin kimliği ve cinsiyeti üzerine; birbirleriyle iddiaya tutuşan, bir grup gözleri dönerek canavarlaşmış küçük çocuk ile karşılaşırlar...)
Kız kardeşimin karnını yardılar... Bahsi kimin kazandığını görmek için... Sonra bizi yerde bıraktılar ve çekip gittiler...
O öldükten sonra aylar geçti...
Kavga sesleri, herhangi birinin herhangi bir şey yaptığına dair sesler; tüm sesler, yavaş yavaş kayboldu... Paris'te hayatta kalan son kişi bendim... Ama sadece ölmeyi bekledim...
Kız kardeşimin; (buldukları film makaralarını kastederek...) Bologna'dan gelen şu plastik şeritlerin, sırrını öğrenmek istediğini hatırladım...
Paris'ten, Eylül 2084'te ayrıldım...
Dünyada, yalnızca benim hatırlayabildiklerim mi kalmıştı? Ben sonuncu muydum?
20 Aralık 2084'te, nihayet Bologna'ya vardım..."
Şeklindeki, kendisine ve dünyanın mevcut durumuna ilişkin olarak yaptığı; bu kapsamlı bilgilendirmeyle başlar...
***
İşittiği sesler sebebiyle içerisinde, bir canavarın yaşadığını düşünen Kal...
An itibarıyla Shakespeare'in (Nick Nolte) karşısındadır...
***
Halbuki o kükreme...
Dimağında...
1978 yılındaki, İngiliz punk rockının efsanevi gruplarından Sex Pistols'ın konseri ile 1960'lı yıllar üzerine ilginç hatıraları barındıran Shakespeare'in, bisiklet pedalıyla çalışan sinema projeksiyonundan...
Duvara yansıyan Tarzan filmindeki, Tarzan ile kapışan aslandan gelmektedir...
***
Zira Kal...
Yaşlı Shakespeare'in, bir harabenin mahzeninde oluşturduğu "Cineteca di Bologna"sını...
Yani...
Aynı yaşlı adamın "tohum bankasına" benzettiği Bologna Film Kütüphanesi'nin yerini keşfetmiştir...
***
Ertesi sabah...
Geceyi dışarıda geçiren Kal'a, bir kutu konserve yiyecek ile bir plastik şişe su veren Shakespeare kendisinden; yalnız kalmak isteyen bu ihtiyarı, bir başına bırakarak çekip gitmesi talebinde bulunsa da...
Kal'ın, böylesi bir niyeti mevcut değildir...
***
Çok geçmez...
Bu kez kendi ağzından...
Kal'ı, Atina'ya gitmesi için teşvik eden Shakespeare'in...
"Eskiden Amerika olarak adlandırılan; nehirlerin, ateşin, ormanların, ağaçların olduğu yerde doğdum... Cennet gibiydi...
Ve sonra ben, filmler yaptım... Los Angeles'taydım...
Ama son hayatım kuzeyde geçti... Buradan kuzeyde... Amsterdam'da...
Büyük sel felaketine kadar eşim, üç çocuğum ve ben; Almanya'nın kalıntılarını, yürüyerek geçtik...
Karım Cenevre'de öldü...
Yetkililer, 'aşağı insanlar' olarak nitelendirdikleri yabancıların; haftada, bir litreden fazla su içmelerini yasakladı... Öyle olunca da, çocukları aldım ve yoluma devam ettim... Üç çocukla seyahat etmek, ölümle cezalandırılabilirdi...
İsimlerini hatırlıyorum... Marion, Pip ve Dulcy... Kızlarımın yüzlerini de hatırlıyorum...
Tek pişmanlığım... Onları ölüme terk etmeden önce, öldürecek cesaretimin olmamasıydı..."
Biçimindeki, öyküsünü dinlemeye başlarız...
***
Ardında da...
Kal'ı Shakespeare...
Tek başına, yeni bir film kamerası üretmesi için; bina çöküntüsünün altında kalmış olmaları nedeniyle çoğu hurdaya dönmüş, muhtelif kamera parçalarının bulunduğu bir odaya götürür...
***
Böylelikle de...
İnsanlığın sonunu tespit edebilecek, son bir kamera daha imal edilmiş olacaktır...
***
Yetmez...
İzoamil alkol, metan alkol, nitroselüloz ve toksik karışımıyla...
Sıra dışı bir mucizeye imza atmak suretiyle Shakespeare, negatif film üretmeyi de ummaktadır...
***
Bütün bu işlemler tamamlanır tamamlanmaz...
21 Ocak 2085 tarihinde Kal, eliyle çektiği arabaya yüklediği; bizzat Shakespeare'in kendisi, projektör, filmler, negatif film stokları ve henüz tamamlanamamış kamerayla birlikte...
Kırmızı yosunlarla kaplı, Ege Denizi'nin kıyısındaki yemyeşil zehirli otlarla kaplanmış Atina'ya doğru yola koyulur...
Dakika 46...
***
Shakespeare ile birlikte vardıklarında...
Lidersiz ilkel komünal toplumlar tarzında bir yaşam sürdürürken buldukları küçük bir kolonideki insanlar ile deneyimlediklerini ve onların geçmiş yıllarına ilişkin anılarını filme alan Kal'ın...
"Ben dünyadaki son insanım... Bana cevap verebilecek hiç kimse yok... Yine de film çekeceğim... Birbirimize anlattığımız hikayelerle, yaşayıp öldüğümüzü biliyorum... Fakat hiç kimse hikayenin sonunu bilemez... Özellikle de kendi hikayenizin... Zira kimse geleceği bilemez..."
Sözleriyle, son noktayı koyacağı filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; hayatın anlamına ve insanlığın yer küredeki, mal mülk edinip yiyip içmekten ibaret...
Unutulmaya mahkum...
Primat türü eylemlerine ait, sağlam bir sorgulamanın yapıldığı...
Charlotte Rampling, Alba Rohrwacher, Stellan Skarsgård, Silvia Calderoni ve Maryam d'Abo gibi usta oyuncuların performanslarıyla da renk kattıkları; Shakespeare'in neredeyse 135 - 140'ı gösteren yaşı ile negatif film üretme süreci örneklerindeki absürtlükleri kafalarına takmayarak, vurgulanılmaya çalışılan...
"Ana fikre" odaklanmalarının ön koşul olduğu, 80 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,