Olmasaydı sonumuz böyle...
Yazar: Gizem ErtürkWhitney Houston deyince aklınıza ilk ne geliyor? Çoğumuzun başrollerini Kevin Costner ile paylaştığı Bodyguard filminde yorumladığı efsanevi I Will Always Love You parçası elbette. Tabii bu buz dağının görünen kısmı. 48 yılık hayatına 6 Grammy, 16 Billboard Müzik ödülü, 22 Amerikan Müzik ödülü ve 2 Emmy sığdıran dünyanın en büyük yıldızlarından bir tanesi o… The Beatles ve Michael Jackson ile birlikte tüm zamanların en yüksek satış rakamlarına ulaşan bir ikon… ABD’de “The Voice” (Ses) olarak anılan divanın 2012 yılında bir küvetin dibinde son bulan trajik bir ölümü tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştı. 3 yıl sonra tüm servetini bıraktığı kızı Bobbi Kristina Brown’ın aynı şekilde ölümü, hakkında çekilen tartışmalı belgeseller derken geçen 10 yıl boyunca sular durulmadı.
Bu kez; “The Two Popes”, “Bohemian Rhapsody”, “Darkest Hour” ve “The Theory of Everything” filmleriyle Oscar’a aday gösterilen, birçok festivalden ödül kazanan senarist Anthony McCarten tarafından kaleme alınan Kasi Lemmons imzalı I Wanna Dance With Somebody ile seyirci karşına çıkıyorlar.
Filmin yapımcıları arasında Houston’ı 19 yaşında keşfeden ve ölümüne kadar arkadaş kaldığı Clive Davis de var. Davis, daha önceki iki Whitney Houston belgeselinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş filme ve senaristine duyduğu güveni şu sözlerle dile getirmişti: “Whitney’yi tam anlamıyla ortaya çıkaracak, müzikal açıdan zengin bir senaryo yazacağına inanıyorum.”
Peki ortaya çıkan iş beklentileri ne kadar karşıladı? Öncelikle senarist Anthony McCarten’in Bohemian Rhapsody için zamanında Freddie Mercury hayranları tarafından topa tutulduğunu hatırlatmakta fayda var. İşte elimizde bu bulgu varken haliyle filme biraz mesafeli yaklaşıyoruz. Bu kez ortada Freddie Mercury de olduğu gibi tartışılacak bir Whitney Houston profili yok… Tahminince bu durum belgesellerden sonra Houston’ın imajını düzeltmek için o bir “melekti”, “prensesti” boyutunda bir pembe gözlük takarak anlatıyor.
Oysa ne bir melek ne de prenses… Whitney tarihteki birçok hemcinsi gibi yeteneğinin ve başarısını hayatıyla ödemiş bir kadındı. Asla kendisi olmasına izin verilmemeyen kısacık saçları ve kazağı; peruklar ve abartılı giysilerle değiştirilerek oğlan çocuğu imajı sexy bir kadına dönüştürülen (sex sells) bir sektör kurbanıydı. En acısı da bunun ailesi tarafından dayatılmasıydı. Tıpkı yıllar sonra bir benzerini Amy Winehouse’da gördüğümüz yamyam baba figürü kalp kırıcı seviyede…
Peki her şeye rağmen I Wanna Dance With Somebody izlemeye değer mi? 144 dakikalık uzun süresine rağmen akıcılığının gayet yerinde olduğunu söyleyebiliriz. Whitney hiç tanımayan ya da hakkında pek bir şey bilmeyen yeni kuşak için de bir değerli bir keşif olacağı aşikar. Ancak biz eski hayranlar ve biyografi severler için çok fazla yeni bir şey söylemediği ortada. Her şey fazla dozunda, tekdüze ve sönük yansıtılmış. Bir divanın ışıltılı ve karanlık tarafının tam ortasında duran iki tarafa da kaymaktan imtina eden bir film ile karşı karşıyayız. Hayranları tarafından, ölümü sebebiyle fazlasıyla suçlanan eski eş Bobby Brown hayatta olduğu için sanırım fazlasıyla karton bir karakter olarak resmedilmiş. Sanki olan biten de başrol değil de figüranmış gibi. Böylece yeni bir nefret dalgasının üzerine gelmesi bilinçli olarak engellenmiş gibi.
Her şeyin ötesinde beni en çok mutlu eden Houston’ın sen sevdiğim şarkılarından olan ve uzun yıllar listelerin zirvesinden inmeyen hiti “I Wanna Dance with Somebody”nin filme adını vermesi ve onu o klibindeki gibi neşeli, içi içine sığmayan ve onu bekleyen karanlığa inat gökkuşağı renkleriyle meydan okuması olacak. Şimdi ve sonsuza kadar, tüm evrende… sevilecek olan… Whitney…