Senaryosunu da yazan Brea Grant'in yönetmen koltuğunda oturduğu "12 Hour Shift", "kara mizah" şeklinde kurgulanmış oldukça "absürt" bir gerilim olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, düşük bir bütçeyle hastane olarak dekore edilmiş kapalı tek mekanda çekilen bu "bağımsız (indie)" filme biraz daha yakından bakalım...
Arkansas 1999...
Konuşmalarından, aralarının pek de hoş olmadığını anladığımız kendi vardiyasını tamamlayan hemşire Cathy (Julianne Dowler), evine giderken ilaç bağımlısı Mandy (Angela Bettis), 6 yerine bir o kadar fazla mesai de içeren 12 saatlik gece vardiyasına başlamak üzere hastaneye doğru gönülsüzce ilerlemekte olup içeri girer girmez de, kayıt masasında oturan Karen'dan (Nikea Gamby-Turner) kendisi için boş bir yatak isteyen Bay Kent (Tom DeTrinis) ile karşılaşır...
Ki, bu Karen aslında, Mandy'nin üvey kuzeni Regina'ya (Chloe Farnworth) yaptıkları organ satışı işinde, Mandy'nin ortağıdır...
O geceki satış, bir böbrek siparişi veren organ mafyasının lideri Nicholas "Nicky"nin (Mick Foley) kendi hatırlı müşterisi içindir...
Ancak izleyiciye, aklı bir karış havada bir "sarışın (blondie)" tiplemesiyle sunulan Regina, peşin aldığı paranın Mandy - Karen ikilisine ait olan kısmını ödemesine karşın poşet içinde kendisine teslim edilen organları, soğutucuya koymak yerine hastanede unuttuğu Nicky tarafından fark edildiğinde Regina, gerisin geriye dönerek Mandy'nin önüne dikilmek zorunda kalır...
Yoksa Nicky, Regina'nın böbreğini alarak müşterisine verecektir...
Ama tüm ısrarlı taleplerine karşın Mandy, kendisi ile işbirliğine yanaşmayınca Regina, kendi işini kendi görmek amacıyla, bulduğu bir hemşire kıyafetini üstüne geçirdiği gibi hastanenin koridorlarına dalıverir...
Doğrusunu söylemek gerekirse, uyuşturucu komasındaki Andrew (Aaron Preusch), alzheimer hastası Bayan Eliza Partick (Missy Stahr Threadgill), yaklaşık iki saattir diyalize bağlı bir vaziyet de bekleyen Bay Collins (Ted Ferguson) ile kaldığı hapishanede intihara kalkışan ve şu an için bir özel güvenlik personeli Efron'un (Scott Dean) nezaretinde, (filmin yapımcısı da olan David Arquette'nin canlandırdığı) uzandığı yatağa kelepçeli olarak odalardan birine alınan polis katili Jefferson, o gecenin en ideal adayları arasında yer almaktadırlar...
İki adımdan oluşan, satılmaya hazırlanan "organ operasyonunun" yöntemine gelince de...
Bir:
Gözüne kestirdiği, özellikle de "kimsesiz" bir hastaya Mandy, çamaşır suyu enjekte ederek öldürüyor...
Ertesi gün de tanımadığı bir başka hastane çalışanı, aynı hastanın sipariş edilen organlarını çıkartarak Karen aracılığı ile Mandy'e ulaştırıyor...
Bu da, iki...
İşte bu akşam; çamaşır suyu, damarlarına enjekte edilerek değil de içirilerek hayatını kaybeden ve bu ölüm, emniyet makamlarınca intihar olarak değerlendirilen talihli, Bay Collins olacaktır...
Zira diyalizin anlamından, yani öldürdüğü Collins'in böreğinin hiçbir işe yaramayacağından bihaber olan Regina, Mandy'nin de kurbanlarını öyle ortadan kaldırdığını zannetmektedir...
Neyse...
Fakat bu durum aynı zamanda, kendini kurtarmak adına Regina'nın peşinde koştuğu sağlıklı bir böbreğin, henüz temin edilemediği anlamını da taşımaktadır...
Dakika 35...
Geride sizleri, "gore" olarak da tanımlanabilecek bir kan banyosu atmosferinin bulunduğu, ters köşe sürprizlere de sahip, 51 dakikalık oldukça eğlenceli bir bölüm daha mevcut...
Elbette her ne olursa olsun, yaşanan olaylara ilişkin farklı mizahi bakış açılarını, içselleştirmeyi becerebilmiş sinemasever dostlar için...
Keyifli seyirler,