Senaryosunu da, Elena Ferrante'nin orijinali İtalyanca ve Türkçeye "Karanlık Kız", İngilizceye de " The Dark Daughter" olarak tercüme edilebilecek olan "La figlia oscura" (2006) isimli romanından uyarlayarak yazan Maggie Gyllenhaal'in yönetmen koltuğunda oturduğu "Kayıp Kız" anlamını taşıyan “The Lost Daughter”; yolları tesadüfen kesişen Leda Caruso (Olivia Colman) ile Nina (Dakota Johnson) adındaki iki kadın üzerinden yerleşik "evlilik" ve "annelik" kurumlarının, bambaşka bir bakış açısıyla masaya yatırılarak irdelendiği, "ezber bozan" bir drama olarak geliyor karşımıza...
Peki, "Kayıp Kız" şeklindeki bu yanlış çeviri, farkında olunmadan mı yapılmış?
Olur mu hiç...
Bir anlamda, Maggie Gyllenhaal'in kıvrak sinemacı zekasını da yansıtan, "nitelikli özgün senaryo uyarlaması" da bu şekilde çıkmış ortaya...
Gelin isterseniz, dünya prömiyeri, 3 Eylül 2021'de Maggie Gyllenhaal'in "Altın Osella / En İyi Senaryo" ödülünü kazandığı 78. Venedik Uluslararası Film Festivalinde yapılan ve 17 Aralık 2021 tarihinde ABD'de sınırlı bir salon gösterimi ile vizyona sokulan bu Netflix filmine biraz daha yakından bakalım...
Kırk sekiz yaşındaki İtalyan dili uzmanı Amerikalı edebiyat profesörü Leda; işletmeciliğini tam otuz yıldır "tipik bir aile babası" profili sergileyen Lyle'ın (Ed Harris) üstlendiği, kurgusal (fictional) Yunan adası Kyopeli'deki, tatilini geçirmek amacıyla gittiği apartotele gelerek kendisine tahsis edilen dairesine yerleşir...
Ertesi sabah uyanıp da güneşlenmek üzere sahile indiğinde, kendisine nezaketle hizmet etmeye gayret gösteren otel çalışanlarından, aslında İrlandalı bir üniversite öğrencisi olup da yaz aylarında bu adayı para kazandığı bir mesken edinen Will (Paul Mescal) ile tanışır...
Elbette bu genç delikanlının tek derdi, para kazanmak değildir...
Ne olduğunu, yeri geldiğinde birlikte öğreneceğiz...
İşte tam da bu çerçevede çok geçmez:
Ve adanın, çevrelerindeki insanların konforuna aldırmadan, gürültü yapmaktan hiç çekinmeyen diğer konukları da aynı sahili yavaş yavaş doldururlar...
İki gündür sahilde ilgisini çeken genç anne Nina ve üç yaşındaki kızı Elena'yı (Athena Martin Anderson) dikkatle bir kez daha süzdükten sonra odasına dönen Leda'yı telefonla artık yirmi üç yaşına gelmiş olan kızı Martha arar...
Üçüncü günde de sahildeki gözlemlerine devam eden Leda, şezlongunu biraz öteye taşımaması sebebiyle kendine doğum günü partisi organize eden Callisto "Callie" (Dagmara Dominczyk) ve kocası Vassili (Panos Koronis) dahil diğer saldırgan tavırlı akrabalarının sözlü tacizlerine maruz kalırken, Nina'nın kocası Toni'de (Oliver Jackson-Cohen) Leda'nın gözüne ilişir...
Neyse...
Huzuru kaçtığı için toparlanmakta olan Leda'nın yanına doğum gününü kutlamakta ve aynı zamanda Nina'nın kocası Toni'nin ablası da olan yedi aylık hamile Callie elinde, içinde bir dilim pasta bulunan bir tabak ile gelerek biraz önce aralarında yaşananlar için özürlerini iletir...
Böylelikle de, gerilen ortam yeniden yumuşar...
Derken...
Bir sonraki gün, yeniden sahildeyiz...
Ve...
Bu kez Nina ve Toni, kayıplara karışan kızları Elena'yı ararlarken; gençlik yıllarındaki Leda'da (Jessie Buckley) geçmişe dönerek kendi küçük kızı Bianca'yı (Robyn Elwell) aramaktadır...
Ki, aynen Bianca gibi elinden düşürmediği oyuncak bebeği Neni'yi alıp gizlice kendi çantasına attığı Elena'yı da bir köşede oynarken bulup annesi Nina'ya Leda getirecek ve bu Leda adına, küçük kızları ile yaşadığı eski günlerine doğru yeni flasbacklere yelken açmasına sebep olacaktır...
Böylesi bir ruh haliyle adada bir başına tur atmakta olan Leda, yolda karşılaştığı Will'i akşam yemeğine davet eder...
Yemekte de laf dönüp dolaşıp sürekli olarak Leda'nın kızları Bianca ile Martha'ya (Ellie Mae Blake) gelir...
Ama Will Leda'yı, Callie ve Nina ile onların kocaları hususunda, "Onlar kötü insanlar" diyerek uyarmayı da ihmal etmez...
Zaten Leda'da kendini, Nina ve sızlanmaları bir türlü bitmek bilmeyen Elena ile her karşılaştığında; kızları ve kocası Joe (Jack Farthing) ile yaşadığı zorluklarla dolu çılgın günlerde bulmaktadır...
Dakika 50...
Geride sizleri, Profesör Hardy (Peter Sarsgaard) karakterinin de mevzuya eklemlendiği; tüm çabalarına karşın bir türlü geçmişinden kaçamayan Leda ve Leda'nın kendisi ile özdeşleştirdiği genç anne Nina'nın savrulmalarının hikayelerinin anlatıldığı bir 71 dakika daha bekliyor olacak...
Eminiz Netflix'in önemli "prestij" projelerinden biri olan bu film de, Olivia Colman'ın performansından Affonso Gonçalves'in editoryal kurgusu ve Dickon Hinchliffe'nin kulakların pasını silen müziklerinin yanı sıra "kışkırtıcı" bir yapıya da sahip olan Gyllenhaal'ın senaryosu ile "farklı lezzetlerin" peşinden koşuşturan sinefilleri fazlasıyla memnun edecektir...
En azından, Olivia Colman için bir "BAFTA" garanti diyebilirken, "Academy" ile "Golden Globe" Ödüllerini dağıtacak olan ve kafalarına göre öylesine es geçemeyeceklerini tahmin ettiğimiz jüri üyelerinin akıllarını da bayağı bir karıştıracağını düşünüyoruz bu filmin...
Keyifli seyirler,