Var Olmak Yetmiyor, İnsan Olabilmek İçin...
Yazar: Onur KırşavoğluSinemamızın, çoğu sinemasevere göre yaşayan en büyük yönetmeni olan Nuri Bilge Ceylan, prömiyerini her zaman olduğu gibi Cannes Film Festivali’nde yaptığı ve bu kez Merve Dizdar’ın en iyi kadın oyuncu ödülü kazanmasıyla festivalden yine eli boş dönmediği son filmi Kuru Otlar Üstüne ile sinemalara konuk oluyor. Alışılmışın dışında bir kararla Türkiye prömiyerini Adana Film Festivali’nde yapıp filmi de Eylül ayının son hafta sonunda vizyona sokan Ceylan, her zamanki gibi yine bir başyapıtla karşımızda. Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar, Musab Ekici, Ece Bağcı, Yüksel Aksu ve Erdem Şenocak gibi isimlerin başlıca rolleri üstlendiği filmde senaryoyu Ahlat Ağacı’nda olduğu gibi Nuri Bige Ceylan, Ebru Ceylan ve Akın Aksu birlikte kaleme aldı.
Kuru Otlar Üstüne, zorunlu şark hizmetini yapan bir öğretmeni odağına alarak, başta insan doğası üzerinden derdini anlatmaya çalışıyor. Tüm umudu gitmek olan, küçük dünyasından sıkılmış ve en ufak kıpırtının bile peşine düşen Samet öğretmen, Ceylan sinemasında hatları en keskin çizilmiş karakterlerden biri olarak anılmayı hak ediyor. Entelektüel, politik olarak çaresizlik ve pasifize olma arasında sıkışmış, tek derdi İstanbul’a dönmek olan ve bir çocuğun ilgisinde dahi umudu arayan bir karakter. Artık ideallerini bir kenara bırakmış, yeteneği olmasına ve dersini vermesine rağmen resim bile yapmayan, aidiyet duygusundan kopmuş ama kibirli yanından da hala izler taşıyan bir karakter. Kısacası, Ceylan sinemasında bazı yönleriyle aşina olduğumuz bir portre. Her Ceylan karakterinden biraz var ama hiçbirinden tam yok. Onu hayata bağlayan ve aynı oranda nefret ettiren şeyler neredeyse aynı. Bu sebepledir ki insan doğasının bütün çıkmazları kendisinde zuhur ediyor. Karamsarlık bütün benliğini kaplamış vaziyette. Başına gelen bir hadisede yersizce öfkesine yenik düşebiliyor. Bencillik, en büyük manevralarda tek referansı oluyor. En önemlisi de (özellikle uzun ve nefis yemek sahnesinde) tüm konformist özelliklerini, öyle değilmişçesine ortaya seriyor. Son yıllarda hepimize işleyen, politik olmakla olmamak arasındaki, umut etmekle edememek noktasında araf halinin de kanlı canlı örneği oluyor. Aslında Samet’in hissettiğini, Nuray karakterinden duyuyoruz: Umut etmenin yorgunluğu. Bu topraklar için, var olduğundan beri en geçerli cümlelerden biri ve bu cümlenin dillere döküldüğü sahne Ceylan’ın en politik filmi yakıştırmalarını duymamıza neden olacak kadar net şekilde yaşanıyor.
Diğer tarafta, Ankara garı katliamında bacağını kaybeden Nuray öğretmen var hikayede. Samet’in tüm kaçış noktalarını kapatan, onun sebeplerini meşrulaştırmasına izin vermeyen, kendi aidiyet duygusunu da sorgulayan ama dayanışmanın, örgütlü mücadelenin hala yararlı olabileceğine inanan Nuray, aynı zamanda yaşadığı travmatik olay neticesinde acılara tutunmak olgusunu da en derinden yaşamayı öğrenmiş bir halde. Samet’in bütün foyasını ortaya çıkarmanın yanında, arkadaşlığını ahlaki ve bağnaz normlarla oluşturan Kenan’a da haddini bildiriyor. Nuray, Ceylan sinemasının güçlü kadınlarının yeni bir tezahürü. Kış Uykusu’nun, Üç Maymun’un ve hatta Bir Zamanlar Anadolu'da'nın gizli karakterlerinin son yansıması. Nuray, kendi arayışını yaşarken Samet’in düşüncelerini de deşiyor. Samet için belki de ilk kaçış yolu daha en baştan kapanıyor. Bir de Nuray öncesi, Samet’in bir parıltı hissettiği Sevim var. Küçük yaştaki öğrenci Sevim, taşradaki her şeyden ilk kurtulma çabası Samet’in. Hediyeler aldığı, ilgi gördüğü, şivesiz konuşan ve ona belki de taşrayı unutturan karakter. Nabokov’un Lolita’sı çıkarımları ve göndermeleri bolca yapılacaktır ama ben, Samet’in durumunun biraz o parıltıda gizli olduğunu düşünüyorum. Fiziki olamayan bir kaçış için, Nuray’la tanışmadan önce elindeki en büyük parıltı Sevim’di ama o da her şeyin tersine dönüğü bir ilişkiye dönüştü. Bunu da her şeyiyle yaratan ve yok eden Samet’ti ve kaçışı sadece, zamanı geldiğinde fiziki olarak yapabilecekti…
Nuri Bilge Ceylan, kendine has sinemasının her durağında yeni bir şeyler muhakkak deniyor. Bir de biçim - içerik dengesi konusunda her filminde başka bir formu tercih ediyor. Bu kez, onun en çok konuşan filmi desek sanırım yanlış olmaz. Biçimsel anlamda denediği şeyler ise şaşırtıcı. Fotoğrafçılık konusu bilinen ve her zaman önüne sinema dili için bir eleştiri olarak çıkan Ceylan, bu kez hikayenin gidişatına göre, birkaç önemli yerde kendi çektiği fotoğrafları karakter üzerinden bir slayt gösterisi gibi önümüze serdi. Hem hikayeye molalar verdi, hem eleştirileri pek de sorun etmediğini vurguladı ve en önemlisi o coğrafya ve insanıyla bağ kurmamızı sağlayıp, empati çabamızı derinleştirdi. Diğer denemelerden biriyse Brecht estetiğini anımsatan, yabancılaşma düzleminde değerlendirebileceğimiz bir sürpriz sahne. Onun yeri ve zamanı da son derece etkileyici ve Ceylan sinemasında anlatımsal bir ilk. Bu denemeler usta yönetmenin ne kadar formda olduğunun da bir göstergesi elbette. Film için de itici bir güç. Merve Dizdar ve Deniz Celiloğlu başta olmak üzere oyuncuların harika performansları (Yüksel Aksu’nun şaşırtan bonus performansı da not edilmeli), süre 3 küsür saat olmasına rağmen akıp giden muhteşem temposu, Ahlat Ağacı’ndan dersler çıkarıldığını gösteren sağlam kurgu ve Ceylan sinemasının olmazsa olmaz diyalogları filmin yine bir başyapıt seviyesinde olmasına sebebiyet veriyor.
Son tahlilde, Ceylan’ın mizahı en kuvvetli ve politik olarak en net filminin Kuru Otlar Üstüne olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. İnsanın karanlık doğası üzerine, toplumsal gerçekçilik düzleminde yaklaşan bir hikaye mevcut. İdealler, hayaller, bencillik, korkaklık ve konformizm, filmin karakter sineması üzerinden uğradığı diğer duraklar. Ceylan, yıllardır çektiği filmlerde gitmek isteyen ama buna belki de cesaret edemeyen ve bunun kendiliğinden olmasını bekleyen karakterleri işliyor ama insanın kendine ait bir dünya yaratabilmesi, nerede var oluyorsa orayı evi bellemesi ve başka yere ihtiyaç duymaması yine Ceylan sinemasının düsturlarından. Samet, İstanbul’a gitmekten başka bir şey düşünmediğini söylese de yıllar sonra onu Kış Uykusu’nun Aydın’ı gibi “İstanbul’da onu bekleyen hiçbir şeyin olmadığı” bir yaşamın içinde görmemiz olası. Şimdi, Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filminden ilk haberler için heyecanlanma zamanı! Umarım çok bekletmez...