Hesabım
    Renfield
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Renfield

    Kanınızı emen canavarlardan kurtulun!

    Yazar: Özden Sevgi Diler

    Bram Stoker’ın 1897 tarihli romanının sayfalarından doğan Kont Dracula, sinemanın en sevdiği edebi karakterlerden biri oldu. Defalarca beyaz perdede hayat bulan kan emici asilzade, bu kez kendisini günümüz Amerika’sına getiren “Renfield” filmiyle izleyici karşısına çıkıyor. Yönetmen koltuğunda Chris McKay’in oturduğu “Renfield”, hikâyenin merkezine Kont’un sadık hizmetkârı R.M. Renfield’ı alıyor ve bu efendi - uşak ilişkisini toksik ilişkiler, gaslighting, narsisizm gibi popüler psikoloji temaları üzerinden aktarıp klasik vampir hikâyesine taze bir bakış getiriyor. Ancak karşımızda, bu fikrin uyandırdığı heyecanı sürdürebilen bir film yok ne yazık ki.

    “Renfield” merak uyandıran çıkış noktasının ve her şeyden önemlisi, Nicolas Cage’i Dracula olarak izlemenin vadettiği eğlence potansiyelini karşılayamıyor. Cage’in çok büyük bir keyif alarak ortaya koyduğu her halinden belli olan performansı, Nicholas Hoult’un eş değer bir başarıyla canlandırdığı Renfield’ı ve ikilinin uyumu muazzam olsa da filmin senaryosu bu performanslarla aynı seviyede değil.

    Renfield’ın yolunun Kont’la nasıl kesiştiğini, açılış sekansında kendi ağzından dinliyoruz. İkilinin günümüze uzanan macerasının başlangıcı, Tod Browning tarafından yönetilen ve Bela Lugosi’nin unutulmaz Dracula performansıyla ölümsüzleşen 1931 yapımı “Dracula” filmine kadar uzanıyor. Aslında “Renfield” için “Dracula”nın devam filmi bile diyebiliriz, zira yönetmen McKay filmin bu şekilde tasarlandığını belirtiyor. Cage ve Hoult’u Universal’ın orijinal “Dracula” filminin içine yerleştiren, iki filmi eğlenceli bir şekilde birbirine bağlayan açılış sahneleri oldukça güçlü. Nicolas Cage’in Bela Lugosi’den ilham alan, hatta bu sahnelerde onu taklit eden Dracula’sı da ilk bakışta akılda kalacak kadar tehditkâr ve komik. 

    Girişteki özetten, Renfield’ın yıllarca birileri gelip Kont’u yok etme girişiminde bulunduktan sonra, ortalığı toparlamaktan, Kont’u yeni bir ülkeye taşımaktan ve gücünü yeniden kazanana kadar ona beslenmesi için insanlar getirmekten sorumlu olduğunu öğreniyoruz. Günümüze geldiğimizde Kont, Transilvanya’daki şatosunun görkeminden çok uzakta, New Orleans’ta yaşamakta; Renfield ise eş bağımlı ilişkilerini geride bırakmak isteyenler için bir destek grubuna katılarak avlayacağı insanları bu gruptakilerin toksik partnerlerinden seçmektedir. Üstelik hikâyenin bu versiyonunda Renfield’ın böceklerle beslenmesi deliliğinin göstergesi değil, bir aksiyon kahramanına dönüşüp ortalığı birbirine katmasına yarayan gerçek bir güç kaynağıdır.

    Kendi hayatında akıl almaz bir canavarın baskısı altında yaşayan tükenmiş Renfield, başkalarının hayatlarındaki canavarları dinlemekten ve günün sonunda onlara bir şekilde yardım edebilmekten mutludur, fakat Kont’u memnun edemez. Çaresiz Renfield’a bu durumdan bir çıkış olabileceğini gösteren ise dişli bir trafik polisi olur. Asıl amacı bir suç örgütünü alaşağı etmek olan polis memuru Rebecca Quincy’nin (Awkwafina), örgütün liderinin karşısına korkusuzca dikilmesine tanık olan Renfield aradığı ilhamı bulur ve soluğu destek grubunda alır. Gerçekten neyden bahsettiği hakkında hiçbir fikri olmayan ama yine de ona “kan emici”, narsist patronundan kurtulması için yardım eden arkadaşları sayesinde, Kont’un karanlık gölgelerinden çıkıp hayatına çok renkli bir yeniden başlangıç yapar. Ama Dracula’ya karşı gelmenin de bedelleri olacaktır…

    Renfield ve Dracula ilişkisini, toksik ve eş bağımlı ilişkilerle bağ kurarak ele alması filmin mizahının dayandığı parlak yanlarından biri. Renfield’ın yeni hayatına tutunma çabası, Dracula’nın neler olduğunu anlayıp onu geri döndürmeye çalışması ve iki aktörün bu sahnelerdeki etkileşimleri de çok güçlü. Ancak diğer yandan devam eden Rebecca ve suç örgütü hikâye çizgisi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Sadece ortaya atılmış fikirlerin ilk taslağı gibi duran, üzerinde yeterince düşünülmemiş hissi uyandıran, ilgi çekici olmaktan çok uzak bu olay örgüsü “Renfield”ın dengesiz bir film olmasına yol açıyor ve filmin eğlenceli yanlarını büyük oranda gölgeliyor.

    Rebecca’yla Renfield arasındaki sözde romantik etkileşimin gerekliliğini sorgularken, Awkwafina da bu karakterle ne yapacağını bilmiyor gibi görünüyor. Kısacık bir film için çok fazla gereksiz yükü sırtlanan, ne olacağını tam olarak bilemeyen bir karakterle baş başa kaldığını görüp ona hak vermemek elde değil. Suç örgütünün lideri anne oğul olarak Ben Schwartz ve Shohreh Aghdashloo da ellerindeki materyali yükseltemeyen, hatırlanmaya değmeyecek performanslar sergiliyorlar.

    Başından sonuna dek yoğun, stilize ve çok kanlı aksiyon sahneleriyle dolu bir film olan “Renfield” tür olarak korku komediden çok aksiyon komedisine yakın, hatta zaman zaman Dracula’lı bir John Wick filmi izlediğimizi hissettiriyor. Chris McKay bu sahnelerin altından büyük bir başarıyla kalkmış olsa da Ryan Ridley ve Robert Kirkman’ın senaryosundaki aksaklıklar bu sahnelerin de yeterince desteklenmemesine neden olmuş. Neticede “Renfield” içindeki harika bazı detaylara rağmen vasat bir film olarak noktalanıyor. Ancak yine de Nicolas Cage’in kendine has gösterişli oyunculuğuyla süsleyerek yarattığı sarkastik Dracula’sı kesinlikle görmeye (hatta tekrar görmeye) değer. Nicholas Hoult’un gerçek bir kurbandan bir aksiyon kahramanına süzülen Renfield’ı da bir o kadar başarılı ve bir ana karakter olarak kesinlikle çok daha iyi bir hikâyeyi hak ediyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top