Senaryosunu, Kim Henkel ile Tobe Hooper'ın yarattıkları karakterler ve Rodo Sayagues ile filmin yapımcısı da olan Fede Alvarez'in yazdıkları hikayeyi esas alarak Chris Thomas Devlin'in kaleme aldığı ve yönetmen koltuğunda David Blue Garcia'nın oturduğu "Texas Chainsaw Massacre", 1974 tarihli ilk filmin devamı ve aynı isimli serinin dokuzuncu kurgusu olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, 20 milyon dolarlık bir bütçe ile Bulgaristan'da çekilerek teknik ekipteki, görsel efekt ve makyaj ustalarınca yaratılan göz alıcı korku atmosferinin; türün meraklısı sinemaseverlerce, tatminkar bulunacağını düşündüğümüz bu Netflix filmine biraz daha yakından bakalım...
Anlatıcı (John Larroquette) tarafından yapılan yukarıda işaret ettiğimiz "ilk filmin" kısa bir özetine göre:
18 Ağustos 1973...
Teksas'ın Austin şehrinin birkaç kilometre dışında beş genç, kimliği belirsiz bir deli tarafından tüyler ürpertici bir saldırıya uğrar...
Şoke edici cinayetlerde kullanılan aletlerin arasında çekiçler, el kancaları ve en ürkütücüsü, elektrikli bir testere de bulunmaktadır...
Bu beş genç kurbanın arasından, tek başına hayatta kalma başarısı gösteren Sally Hardesty (Olwen Fouéré); olayı polise anlattıktan sonra o gün yaşadığı korku dolu anlardan bir daha kimseye söz etmez...
Hardesty'nin ifadesini dinleyen yetkililer, insan derisinden yapılma bir maske kullanan olayın failinin, bir robot resmini yayınlarlar...
Gelgelelim, "Friday the 13th" adındaki "kült" korku film dizisinin "manyak canisi" Jason Voorhees'ini anımsatırcasına vahşi ve bir o kadar da gözünü kırpmadan insan öldürebilecek şekilde acımasız olan bu katilin gerçek kimliği, yaklaşık elli yıldır gizemini korumaya devam etmektedir...
Tam da bu "Jason" vurgusu sonrası, "İyi de hocam, Halloween'in Michael Myers'ini atladın ve o yüzden de korku sinemasında sınıfta çaktın" dediğinizi duyar gibi oluyoruz...
Haklısınız...
Ama durmayalım ve devam edelim; "Gerekiyorsa onu da siz ilave edin" söylemiyle...
Günümüze geldiğimizde ise:
Yedi saat uzaklıktaki Kaliforniya eyaletinde yer alan San Francisco'dan gelmekte olan Lila (Elsie Fisher), alışveriş yaptığı benzin istasyonundaki küçük marketin işletmecisi Herb'e (Sam Douglas); bir türlü aydınlatılamayan bu olaya dair sorular sorarak işi uzatınca, meraklanan iş insanı ablası Melody'de (Sarah Yarkin) yanına gelir...
Ki dışarıdaki, "otomatik pilot" uygulamasına da sahip yeni nesil Tesla marka otomobilin içinde kendilerini; Melody'nin emlak işindeki ortağı da olan şef aşçı Dante (Jacob Latimore) ile onun müstakbel eşi Ruth (Nell Hudson) beklemektedirler...
Derken aynı benzin istasyonuna, Dodge kamyoneti ile belinde silah taşıyan Richter'de (Moe Dunford) gelir...
Göstere göstere belde silah taşınmasını, mevcut aşağılık duygusunun bastırılmasına dair bir işaret olduğunu düşünen Melody bu duygusunu, Richter'in tepkisine rağmen seslendirmekten çekinmez...
Ve dört genç, Teksas'taki Harlow'a doğru yola koyulurlar...
Dante ve Melody'nin, düzenleyecekleri bir müzayede ile satın aldıkları binaları; yatırımcılara pazarlayacakları hayalet kasabanın girişinde kendilerini, Şerif (William Hope) ile Yardımcısı (Jolyon Coy) karşılarlar...
Kasabaya vardıklarındaysa, Melody'nin laf sokuşturduğu Richter'in, binaları onarması için Dante'nin anlaştığı marangoz olduğu ortaya çıkar...
Yalnız kasabanın Yetimhanesinin tepesinde sallanan iç savaş yıllarından kalma bayrak, Dante'yi fazlasıyla endişelendirdiği için yanına Melody'i de alarak, apar topar içeriye dalar ve bayrağı indirmek üzere üst kata fırlar...
Ama pencereden bayrak direğine kolunun uzanmaması sebebiyle bayrağı almakta başarılı olamaz...
Üstelik bu davetsiz misafirleri, Yetimhanenin elli yıllık yöneticisi Bayan Mc'de (Alice Krige) içeride karşılayacak ve onlara soğuk çay ikram ederken bu binanın tapusunun kendisine ait olduğunu iddia edecektir...
Halbuki ısrarla Dante, o binanın da taraflarınca satın alınmış olduğunu söylemektedir...
Aslında Dante'nin bu söylemi, sadece bir tahmindir...
Bunun üzerine tartışmayı uzatmak istemeyen ve müşteriler gelmeden mekanı boşaltmaya çabalayan Dante, Şerif ve Yardımcısını çağırır...
Sürüklediği oksijen tüp ve maskesiyle ayakta durmaya çalışan yaşlı Bayan Mc; bu mücadele sırasında bir kalp krizi geçirince, Şerifin aracıyla derhal hastaneye kaldırılır...
Araçta kendisine Ruth'un yanı sıra, Dante ve Melody'e öfke dolu gözlerle bakmakta olan "kimliği meçhul" bir başka Yetimhane sakini olduğunu fark ettiğimiz, bakımsızlıktan neredeyse saçı sakalı birbirine karışmış ve altmışlı yaşlarında olmasına karşın bir o kadar da iri yarı ve Bayan Mc'i annesiymişçesine seven güçlü kuvvetli biri (Mark Burnham) daha eşlik edecektir...
Aynı esnada hem Richter bayrağı indirmiş ve hem de potansiyel müşterilerle dolu bir otobüs, kasabaya giriş yapmıştır...
Elbette bu işin organizasyonun da yer alan bankacı Catherine'de (Jessica Allain)...
Fakat güne asıl damgasını vuran olay, hastaneye götürülmekte olan Bayan Mc'nin yolda hayatını kaybetmesidir...
Dakika 19...
Farkındayız bu kez de biraz kısa kestik...
Çünkü anlatıma devam edersek, "spoiler" vererek filmi henüz izlememiş olanların ağızlarının tadını kaçırmak kaçınılmaz olacak...
Tabii ki de, herkesçe bilinen tarzımız buna izin vermeyecek...
O nedenle yorumumuzu burada noktalarken geride sizleri, "ters köşe" bir finali de bünyesinde barındıran; gerçeklere duyarsız kentsoylu varsıllara yönelik sosyal medya eleştirisi üzerinden şahane bir "kara mizah" vurgusu da yapılan oldukça kanlı bir "slasher"ın yer aldığı 62 dakikalık bir bölümün daha bekliyor olduğunu belirtmiş olalım...
Keyifli seyirler,
Son bir not:
Yazılar akmaya başlar başlamaz, "Film bitti" diyerek hemen yerlerinizi terk etmemenizi ve biraz daha beklemenizi öneririz...
Zira serinin, muhakkak geleceğini umduğumuz onuncu filminin sinyallerini de veren bir sahne daha mevcut...