Hesabım
    Yabancı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Yabancı

    İçimdeki Yabancı

    Yazar: Tuba Büdüş

    Birkaç ay önce Avrupa Konseyi'ne bağlı "Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu" (ECRI) uzmanları, beş yıl boyunca Almanya’daki gelişmeleri gözlemleyerek hazırladıkları raporu açıkladı. “Almanya’da aşırı sağcı saldırıların giderek arttığına dikkat çeken rapor, hükümetin ayrımcılıkla mücadele dairesine daha fazla destek ve yetki vermesi tavsiyesinde bulundu.“ Görünen o ki geçmişinde kara bir leke taşıyan ve güya bu lekeden kurtulmak için yarım asırdan fazladır mücadele eden bir ülkede tehlike çanları bir kez daha çalıyor. Oysa Almanya geçmiş ile olan tüm bağlarını koparmış, yaptıklarından dolayı özür dilemiş ve yeni nesillere de geçmişte yaptığı ırkçılığı, soykırımı, vahşeti tüm gerçekliğiyle anlatmıştır. Hatta Soykırım kamplarına okul gezileri düzenlemiş, bizzat yaptıkları vahşeti çocuklarına, torunlarına anlatmıştır. Fakat ne var ki tüm bu çabaya rağmen ilk günden itibaren devletin tüm kademelerine, yaşamın tüm alanlarına, tabiri caizse ülkenin tüm damarlarına sirayet eden ırkçılığı bitirmek pek de kolay değildir. Zaten son dönem filmlerde de izlediğimiz üzere fikrini hiç değiştirmeyen lakin rüzgâr tersten yana estiği için bir süreliğine düşüncelerini gizli yaşayan insanların çokluğu nedeniyle Almanya sırtındaki ırkçılık kamburundan asla kurtulamamaktadır. Ve tam da bu sebepten dolayı Holokost filmleri kadar olmasa da Hitler rejiminin devrilmesinden sonra bile bir şekilde devam eden ırkçılıkla, sökülüp atılamayan ve sessiz de olsa varlığını devam ettiren rejimin artıklarının varlığıyla ilgili çekilen filmlerin sayısı azımsanacak gibi değildir.

    İşte Yabancı da bu durumu çok iyi bilen Kosovalı bir yönetmen olan Visar Morina tarafından hayat bulmakta. Tıpkı Morina gibi Kosovalı olan ve Almanya’da yaşayan Xhafer (Misel Maticevic) bu ırkçılığın pençesinde kâbus dolu bir hayata mahkûm oluyor diyebiliriz. Lakin Yabancı asla bu kadar düz bir okumaya ya da bu kadar sıradan bir bakış açısına sahip bir film değil. Zira film, bir şeyleri net kötü veya iyi diye göstermekten fazlasıyla imtina ediyor. Her ne kadar Xhafer’in bir süre sonra içinden çıkılamaz hezeyanlarına biz de seyirci olarak birebir tanık olsak da asla tüm bu paranoyanın sebebinin gerçekten ne olduğuna kanaat getiremiyoruz.

    Xhafer, Almanya’da yaşayan, Alman biriyle evli, üç çocuklu, iyi bir ilaç şirketinde mühendis olarak çalışan, evi, arabası olan üst orta sınıfa dâhil Kosovalı biridir. Evet, Xhafer belki bir yabancıdır fakat birçok Alman’ın bile sahip olmadığı standartlarda bir hayata da sahiptir aynı zamanda. Üstelik elindekilerin kıymetini de tam olarak bildiği söylenemez. Aynı zamanda fazlasıyla şüpheci, iletişim anlamında sorunlu, çabuk sinirlenen bir kişiliğe sahiptir. Demem o ki birçok kişinin iletişim kurmak istemeyeceği bir yapısı vardır. Ki Xhafer’in bu yapısı evde de karısıyla ve kayınvalidesiyle ilişkisine yansımış durumdadır. Velhasıl Xhafer, iş yerinde birkaç defa bilgi mesajlarının kendisine ulaşmamasını, iş toplantılarında yeni tanıştığı kişilerin ismini anlamayıp tekrar tekrar sormasını ya da arkadaş arasında düzenlenen organizasyonlara dâhil edilmemesini yabancı olduğu için ona yapılan kasti hareketler olarak yorumlar.

    Tabii evinin önüne bırakılan fare cesedi (çalıştığı ilaç şirketinde deney yapmak için kullanılan farelerden), yine kapının önünde duran bebek arabalarının yakılması gibi Xhafer ile meselesi olup da onunla uğraşan birilerinin olduğunu kanıtlayan net durumlar da vardır. Fakat tüm bunların sebebinin ırkçılığa bağlanması konusunda Xhafer seyirciyi tam olarak ikna edemiyor. En azından ben bir türlü ikna olamadım. Evet, tam da yazının girişinde ifade ettiğim sebeplerden dolayı Xhafer’in haklı olabileceği akla daha yatkın. Ne var ki yine de olmuyor. Ki anlaşılan o ki film tam da bunu istiyor. Zira Morina, ortaya siyah ile beyazı koyup biz seyircinin holiganca beyazın yanında konumlanmasını, onunla özdeşleşip güya çektiği acıya ortak olmasını istemiyor.

    Morina, aslında Xhafer’i tıpkı o deney fareleri gibi görmemizi istiyor. Adeta bir deney faresinin konulduğu labirenti andıran iş yerindeki odalar arasında, koridorlarda mekik dokuyan ve her gün biraz daha davranış değişikliğine uğrayan Xhafer’i gözlemlememizi ve tamamen özgün bir yargıya varmamızı istiyor. Evet, sürekli karakterin peşinden koşturup duruyoruz bu nedenle. Onun ensesinden, saçlarının her bir telinden süzülen terin nemini tenimizde hissediyor ve gördüğü kâbusların ruhsal çöküntüsünü fazlasıyla hissediyoruz. Fakat her daim peşinden koşturduğumuz kahramanın aynı zamanda iş yerinde onunla zaman geçirmek isteyen arkadaşına (Ki bir kere takıldıktan sonra bir daha Xhafer’in yüzünü bile görmek istememesi unutulmamalı.) karşı tavrına ya da yine onun gibi Kosovalı temizlik işçisi kadına karşı davranışına da şahit oluyoruz. Açıkçası eğer ki gerçekten iş yerinde Xhafer’e karşı ırkçı bir mobbing uygulanıyor olsa bile kendisinin ırkdaşı olan ve ayrıca daha alt sınıftan olan bir kadına karşı davranışı çok daha rahatsız edici. Zaten tüm filmin düğümü de bu kadının cephesinden çözülüyor son kertede.

    Elbette Xhafer’in içine düştüğü durumun tam olarak ne olduğunu asla anlayamıyoruz. Çünkü film, asla böyle bir netlikle buluşturmuyor biz seyircileri. Ama hiçbir zaman iyi ile kötüyü karşılaştırıp da iyinin mağduriyetine ortak etmek gibi bir kolaycılığa ve bayağılığa düşmeyen film, aynı zamanda da birçok varsayımı akla getiriyor. Örneğin kimsenin onu anlamadığını hatta karısının bile yaşadıklarını geçiştirdiğini düşünen Xhafer’in bir süre sonra her şeyi kafasında yaşayıp buna kendini inandırmış olduğu bile ihtimaller arasına giriyor. Kim bilir Almanya’ya yerleştiği günden bu yana her zaman yabancı olduğu için ırkçılığa maruz kalabileceği korkusu yaşaması (Ki bu da ülkede var olan ırkçılığın suçudur nihayetinde.) onu böylesine içinden çıkılmaz bir paranoyaya da hapsetmiş olabilir. Hatta Xhafer’in Almanlara karşı düşmanlığına bile dönüşmüş olabilir bu süreç. Rüyasında bir fare sanarak (Xhafer’in en büyük fobisi faredir. Belki de fare onun için Almanları da temsil ediyor olabilir.) karısını boğmaya çalışması yine bu yargıyı güçlendiriyor. Ne de olsa karısı da bir Alman. Fakat günün sonunda tüm bu kuşkuların ya da varsayımların net olarak cevaplanması mümkün değil.

    Bir yandan da film, dile getirilen tek bir cümle üzerinden yapılabilecek uzun analizlere gebe. Örneğin genelde ılımlı ve sakin yorumlar yapan Xhafer’in eşinin sarf ettiği bir cümle onun fikirleri hakkında uzun analizler yaptırabilecek yapıda. Ne diyor kocasına bir defasında? “Eğer bir Arap gibi görünseydin aslında bu kuşkularını anlardım. Ama öyle bir halin de yok.” diyor. Burada insan düşünmeden edemiyor. Ne yani ırkçılığın da kademeleri mi var? Yani Xhafer gerçekten Araplar gibi esmer vs olsaydı ona ırkçılık yapılabilir miydi? Bu normal bir durum mu sayılırdı? Gerçekten Nora (Sandra Hüller) hangi amaçla bu cümleyi dile getirir? Dediğim gibi söylenilen her söz ya da yapılan her davranış, içine düşülünce kolay kolay çıkılamayacak dolambaçlı bir yapıya sahip. Lakin filmin Xhafer ile bizi de dâhil ettiği bu eşine az rastlanır Kafkavari durum, filmi bir yerden sonra kâbusların da eşlik etmesiyle birlikte adeta bir gerilim veya korku filmine çeviriyor. Ama filmin en vurucu anı ne farelerin kanlar içindeki görüntüleri, ne kâbuslar, ne de vıcık vıcık ter içinde kalınan sahneler… Filmin can alıcı anı, temizlik işçisi kadının küçücük yaşına rağmen sırtında taşıdığı çuvalına çokça öfke biriktirmiş olan oğlunun Xhafer’e bakışıdır. Bu çocuk benim aklıma Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filminde Haluk Bilginer’in canlandırdığı Aydın karakterinin arabasına taş atan ve film süresince de asla öfkesini yenemeyip her karşılaştığında Aydın’a (bir nevi burjuvaziye) delici bakışlarını diken çocuğu getirdi. İki çocuğun da bakışı aynı yerden besleniyor neredeyse. Yani bu nedenle filmin tartışmaya açmak istediği meselenin ırkçılık kadar sınıf meselesi olduğu da söylenilebilir gayet tabii.

    Yabancı, en büyük düşmanı bireyin kendi içinde yarattığını söyleyen eşine az rastlanacak başarıda bir film. Filmin odaklandığı mevzuyu aktarış şeklinin başarısına bir de tüm bu meseleye mükemmel bir şekilde eşlik eden müzikleri, mekân tasarımı (yeşil ağırlıklı ve oldukça sıradan, basık, kasvetli iç mekânlar), sürekli terleyen karakterleri, oldukça rahatsız edici kâbuslarıyla takdire şayan kesinlikle. Yer yer atmosfer anlamında Ruben Östlund ya da Yorgos Lanthimos filmlerini de anımsatan bir yapısı da var ayrıca. Bir süre sonra kalp sıkışması, terleme, mide bulantısı ve sebepsiz bir öfke krizi gibi yan etkileri olan bu filmin Oscar yolunda (Kosova’nın Oscar aday adayı olarak seçildi.) önü epey açık gibi.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top