Âşık mısın, aşık mı?
Yazar: Banu BozdemirReis Çelik’in filmografisi sosyal meselelerle karşımıza çıktığı kadar, belgesel sinemaya da yakınlık gösteren bir kurgu ve anlatım barındırır. Çelik’in 2004'te vizyona giren İnat Hikayeleri ve Ölü Ekmeği, o anlamda aynı kefede buluşan, hatta aşıklık kavramını farklı tat ve dokularda sorgulayan iki film. Ölü Ekmeği’nin dikkat çeken yanlarından biri zamansız gibi durması, ama aslında 60’lı yıllarda geçiyormuş. Kurak, meyve vermeyen bir dağ köyünde geçtiği için zamansal kavram, mekan olarak kolay kotarılmış gibi duruyor. Film aslında yitip giden bir değer olan aşıklık mesleği ya da haline sahip çıkmaya çalışıyor. Filmin Aşık’ı mesleğini kendinden sonra devredeceği bir el, ses, yürek arıyor ama o süreç biraz sancılı bir şekilde işleniyor filmde. Film tekil olma haliyle, çoğul olma halini bir arada yoğurmaya çalıştığı için arada kopukluklar oluşuyor. Mesela öğrenci Mustafa’nın ders sahnelerinden sonra, bir anda bir köy odasında atışan aşıklara ışınlanıyor ve adeta bir tanıtım belgeselinin içine düşüyoruz. Filmde belgesel havası var zaten yok değil, ama birebir bu durum filmin hikayesini biraz aşağılara çekiyor.
Ölü Ekmeği; Mustafa’nın büyüme hikayesine sahip çıktığı ölçüde izlenir oluyor. Mustafa iyi bir aşık olmak istiyor ama aklı ve gönlü başka bir aşkın peşinde. O aşkın peşinde sürüklenirken imkansızlık duygusunu da tadıyor, değer vermenin, sahip çıkmanın verdiği hazzı da! Bu anlamda Mustafa’nın halleri hikayeyi görünür kılan ve akıtan unsurlar. Araya giren ve hikayeyi bozan belgeselvari akışlar olmasa, filmin yolculuğu bir hayli iyi!
Reis Çelik; köylüler, coğrafya ve yaşam kültürü üzerinden sosyal ve siyasi yaşamı da sorguluyor, insanın doğayla ve kendisiyle kurduğu yaşam mücadelesine de el atıyor. Meyve vermeyen bir köyde, Mustafa sevdiği kıza elma getirmek üzere yollara düşüyor. Kendinden büyük bir kıza gönlünü kaptıran Mustafa’nın yolculuğu ve hayalleri, din ve kader zincirine takılıp tökezliyor, geriye boynu bükük kaderine razı bir büyüme hikayesi bırakıyor.
Film aşka ve aşıklık duygusuna sahip çıkmasına çıkıyor ama kavramsal olarak hikayesini nereye oturtacağına, çok da karar verememiş bir halde karşımıza çıkıyor. Aşıklık mesleği yok olan mesleklerden biri ve günümüzdeki hali de hiç iç açıcı değil. Film bunu vermeye çalışırken, bir yandan da geçmişe dair bir özlem ve acı da barındırıyor. Köylüler hikayede daha çok çoğulculuk sağlar bir halde, insanın yok etme kültürünü tiyatrovari bir dille canlandırır durumdalar… Reis Çelik’in yalın bir dil kurma ve yalın bir coğrafya yaratma çabaları takdire şayan. Sadece hikaye üzerinde biraz daha çalışılıp, o yolda yürünseymiş demeden duramıyor insan!
Filmin başrolünde Tarhan Omarov, Ziyeddin Aliyev, Şilan Düzdaban, Mariam Buturishvili gibi muhtemelen Kars’ın dağ köylerinde yaşayan Türkiler yer alıyor. Bu sebepten de filmin diyalogları, zaman zaman anlaşılamaz bir boyuta ulaşıyor.