Hikâyesi, Paul Da Silva tarafından yazılan “Trauma Center”, İran asıllı Matt Eskandari’nin yönetmen koltuğunda oturduğu bir aksiyon filmi…
6 Aralık 2019 tarihinde Amerika’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, annelerinin ölümünden sonra yeni bir başlangıç için küçük kız kardeşi Emily (Catherine Davis) ile birlikte Porto Riko'ya yerleşen ve bir restoranda garson olarak çalışmaya başlayan Madison’ın (Nicky Whelan) farkında olmadan kendini bir “iyi polis – kötü polis” mücadelesinin ortasında bulduğu bir hikâyenin anlatıldığı bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, oldukça düşük bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe karşımızdakinin, çok fazla bir şey beklemeden, uyku tutmayan bir gecenin sabahına doğru, oldukça gereksiz olacağı için hikâyede mantık ve tutarlılık aramak zahmetine de hiç girmeden, sırf vakit öldürmek için izlenebilecek TV filmleri kıvamında bir drama olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Bu filmin ağır topları:
Elbette ki, “iyi polis” Dedektif Wakes’i canlandıran Bruce Willis ile 80’li yılların efsane komedi film serisi “Police Academy” de Mahoney karakterini (bu filmde Dr. Jones’u) oynayan Steve Guttenberg…
Yukarıda belirttik, bütçe sınırlı…
O nedenle de Eskandari filmi, karanlık sokak araları ve kasvetli hastane koridorlarındaki, (çok yoğun olmasa da) silahlı çatışma ve bedensel atraksiyon da içeren koşuşturmacalar ile sınırlandırmak zorunda kalmış…
Tabii, bol miktarda kan da var işin içinde…
Ki, bu sahnelerin çoğunda, olaylara “farkında olmadan” bulaşan ve “istemeden” tam da merkezinde yer alan Nicky Whelan (Madison) ile “kötü polisler” Texas Battle (Çavuş Tull) ve Tito Ortiz’de (Dedektif Pierce) hiç de fena oynamamışlar…
Aynen sınırlı imkanlara karşın umulandan çok daha iyisini gerçekleştiren görüntü yönetmeni Bryan Koss ile makyaj ve görsel efekt ekibi gibi…
Fakat kim ne derse desin bizim, herhangi bir “şok sürpriz” yahut bir “ters köşe” de içermeyen filmin en beğendiğimiz tarafı çabucak akıp giden 87 dakikalık süresi oldu…
Zira film, “bitse de gitsek” dedirten bir ruh haline fırsat tanımadan kendiliğinden bitmiş oluyor…
Belki biraz tarzımızın dışında olacak ama tek bir “spoiler vermeden” buraya kadar yazdıklarımızın tamamı, zımnen de olsa ikisini de içerdiği için filme ilişkin hem ilk tespitimiz hem de ilk önerimiz olsun…
Ayrımı gönlünüze göre siz kendiniz yaparsınız…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak her şeyi ile tamamen bomboş olmasına karşın 1,5 yerine 2 vermeyi tercih ettiğimiz bu film için önerimiz de, “siz bilirsiniz” şeklinde olacak…
“Olsun, en azından Bruce Willis için ben yine de bir takılırım” diyenlere de keyifli seyirler…