Hesabım
    Her Şey Yok Olur
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Her Şey Yok Olur

    Her Şey Yok Olur, Klişeler Yok Olmaz

    Yazar: Onur Kırşavoğlu

    Netflix’in yeni gerilim filmi Things Heard & Seen (Her Şey Yok Olur), prömiyerini yaptı ve kısa sürede Netflix’in en çok izlenenler listesine de girmeyi başardı. Shari Springer Berman ve Robert Pulcini’nin yönettiği filmin başrolünde ise yakın zamanda Oscar adaylığı elde eden Amanda Seyfried yer alıyor. Seyfired dışında ana kadroda James NortonAna Sophia Heger ve usta oyuncu F. Murray Abraham boy gösteriyor. İş gereği yeni eve ve kasabaya taşınan bir ailenin yaşadıklarının konu edildiği filmde parçalanan bir aile, sırlar, yalanlar üzerine kurulan hayatlar ve beklenmedik misafirler izleyiciyi karşılıyor. Film, kağıt üzerinde klişe bir hikayeyle yolculuğuna başlıyor ve bunu değiştirmek için de pek bir şey yaptığını söylemek güç.

    Claire Ailesi büyük bir umutla yeni evlerine taşınır. İlk izlenim, hayatlarına bir değişiklik kazandırmak olduğudur. Yerel bir üniversitenin eğitimci kadrosuna giren George, hırslı ve kariyerine odaklanan ama evliliğini sadece bir rutin ihtiyacı olarak gören, flörtöz bir karakterdir. Karısı Catherine, yeni hayatına alışmaya çalışan, evliliğinden sıkılmış ve bu değişimin işe yaraması umudu taşıyan bir kadındır. Çocuklarıyla birlikte bu yeni hayata başlayan çift ev hakkında konuşulan dedikodularla klişe bir senaryonun ilk adımlarını oluşturur. Bu noktada film hemen her hamlesini tahmin etmenin kolay olduğu bir hikayeye dönüşür. Aklınıza bu başlangıca sahip olan filmlerin birçoğunu getirdiğinizde en çok kullanılan adımlar bu filmde de karşımıza çıkıyor. Yeni hayatın eskisinden daha kabus günleri getirmesi, adamın iş yerinde sorunlar yaşaması ve işsiz kalma tehlikesi, kadının komuşlarıyla gergin tanışmalar yaşaması, ev hakkındaki hikayelerin korkutucu bir hal alması ve olmazsa olmazımız ruhlar alemi. Fakat bu sefer kararsız ve manevralarda gittikçe komikleşen bir anlatım var.

    Ruhlar aleminin senaryoya dahli biraz enteresan. Toplasan 10 dakikayı geçmeyecek bir yeri var. Ruh çağırma sahnesi oldukça komik, ruhlarla birlikte, Emanuel Swedenborg kitapları üzerinden kurulan bağlantılar oldukça zayıf, hatta zorlama. Finale giden yolda, elde edinmek istenen bir final karesi için yapılan tercihler ise son derece kötü. İlk dakikalarda yine bu türün klişeleri olan eşyaların hareket etmesi ya da duyulan sesler de sanki sadece olması gerekiyor da o sebeple eklenmiş gibi yapay. Perili ev filmlerinin basit bir TV versiyonunu izliyormuş gibi hissetiren iki saatlik bir süre. Oysa ki, yakın zamanda “The Nest” filminde gördüğümüz üzere bu klişelerden kurtulup çiftin yaşadıklarına ve yeni hayatın getirdiklerine kafa yorduran bir film tercih edilse ortaya çok daha iyi bir sonuç çıkabilirmiş. Zira, filmin nispeten izlettiren ve keyif veren anları bu olayların yaşandığı sahnelere denk düşüyor.

    Bütün bunların sonunda, bir suç silsilesine dönüşen son yarım saat ise filmi daha da vasat bir hale sokuyor. İnandırıclık bir yana, şaşırtıcı derecede amatörce ve zayıf. Yani, karşımızda perili ev hikayesini de, aile içi psikolojik ve fiziki şiddeti de hiçbir şekilde anlatamayan bir film ortaya çıkmış. Peki hiç mi iyi bir yanı yok diye bir sorunun cevabı ne olur? Bu sıralar formda olduğunu David Fincher’ın Mank filmindeki performansı ve Oscar adaylığıyla da bize gösteren Seyfried yine filmi izlenesi kılan en önemli unsur. Süresi az olsa da usta aktör F. Murray Abraham da yine sevindiren bir performansla filmde yer alıyor. Bunun dışında, suçlu zevk olarak bu tür filmleri seven, perili / hayaletli ev filmlerinin bulunduğu atmosferi her şartta arayanlar belki biraz keyif alabilir. Zira, tamamen olumlu yorum yapma ihtimali olan ender şeylerden biri 1800’lerden kalma ev, evin atmosferi ve dolayısıyla sanat yönetiminin iyi olması. Tabii bu iyilik vasat bir film üzerinden bakıldığında görece bir iyilik. Her şeyi yüksek profilli olan bir film için yine kabul edilebilir bir seviyede değil.

    Yukarıda bahsettiğim üzere, film sadece çiftin yaşadıklarına odaklansa ve diğer insanlarla kurdukları ilişkiler üzerinden bir anlatı kursa başarılı olabilirmiş hissini veriyor. Bu kararsızlık ya da soğukluk seyirci için konsatrasyonu kötü yönde etkileyen bir tercih. İzleyici biraz gerilecekken ve o yola girerken uzun bir süre gerilim unsurları karşısına çıkmıyor. Yaşananlar üzerinden, hayata dair bir şeyler yakalayıp karakterlerle empati oluşturmaya başladığında ise komik bir şekilde spiritüel sahneler ortaya çıkıyor ve bu kez, dramatik yönden seyirciyi yakalama fırsatı ortadan kalkıyor. Son tahlilde, ortaya vasat, TV filminden hallice bir yapım çıkmış oluyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top