bu film için daha önce de yorum yazdığımı biliyorum. fakat ifade edildiği gibi tüm yorumlar yetersiz ve ben bunu okuyunca gerçektende daha fazla yazmam gerektiğini düşündüm. yinede yetersiz kalacağımı bilsem de, bu film sayfalar dolusu yorumu hakeden bir başyapıt ne de olsa :)
film başlarken herkesin ortak fikri, "sanırım şimdi biz scarlett'in ashley'sine nasıl kavuştuğunu izleyeceğiz. gerçi ashley de pek yakışıklı deil ama..." oluyor. yine başlangıçta, rhett'in ilk göründüğü o trabzana yaslanma sahnesinde herkes "bu adam çok saçma durmuş, ne bu, sevmedim. aynı ayhan ışık'a benziyor" şeklinde bir tepki veriyor. ama süre ilerledikçe, film eteğindeki mücevherleri dökmeye başladıkça birbirlerine "bu ne şimdi" gibi bir ifadeyle bakan gözler, ekrandan ayrılmaz oluyor, o ifadenin yerini ise heyecan ve memnuniyet alıyor.
nihayet film bittiğinde ise, hala ekrana bakan gözlerin hayranlıkla parıldadığını, sonraki saatler boyunca filmin sahnelerinin doymaz bir biçimde tekrar tekrar anlatıldığını, rhett isminin ise hafızalarda büyük bir yer ettiğini görüyorum. böyle bir durumda, hele de film sizin arşivinizden izleniyorsa, yani tavsiyeyi siz vermişseniz, insanları izlemek ayrı bir güzel oluyor doğrusu...
film başta da söylediğim gibi bir başyapıt. oyuncuları, zamanına göre oldukça iyi olan çekim kalitesi, senaryosu (her ne kadar kitabının kısa bir özeti olsa da), müzikleri, mekanları ve elbette unutulmaz sahneleri harikayı oluşturan bir bütünün parçaları.
oyuncuların yüzlerinin (özellikle clark gable ve vivien leigh'in) kitaptaki asıl karakterlerle mükemmel bir uyum içinde olduğunu tekrar etmekten kendimi alamayacağım. ama ashley hariç. belki de scarlett onu dünyanın en mükemmel erkeği sandığı için, kitabı okuyan biri ashley wilkes'ı çok daha yakışıklı olarak hayal ediyor.
amerika da ayrılık savaşları başlar, biter ve güney tamamen değişirken, scarlett o'hara'nın nasıl büyüdüğünü, nelerle karşılaştığını görüyoruz. olaylara nasıl basit bir mantıkla ve cesaretle yaklaştığına tanık oluyoruz. hatta ne kadar çok risk aldığını, ani kararlarını şaşkınlıkla izliyoruz. kendi içinde sürekli bir savaş halinde olması, her an kavgaya hazır duruşu bazen bizi etkiliyor, bazen de çileden çıkarıyor. hiçbirşeye fazla takılmayan, sadece yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yapan scarlett film boyunca bir kez geri adım atıyor. ve hasta yatağında rhett'i isterken bunu dile getirmekten çekiniyor ve melaine'ye sarılıyor. filmin bu kısmı bir başlangıç aslında. ama bir aşkın değil, bir terkedişin.
film boyunca scarlett'i izliyoruz ama bizi esas heyecanlandıran rhett'in attığı adımlar oluyor. karakterinin derinliklerini keşfettikçe, aşka, onura, toplum kurallarına ve paraya nasıl yaklaştığını gördükçe filmin sonuna olan merakımız da artıyor. hiçkimse sonu tahmin edemiyor, çünkü rhett butler öyle bir karakterki en büyük süprizini en sona saklıyor ve en büyük hayranlığı da bununla uyandırıyor.
diğer önemli karakter ashley aydın kesimden biri. film boyunca uyum sağlama çabalarına tanık oluyoruz. ama bunu bile kesinlikle ruhsuz yapıyor. melaine ise güçlü fakat kırılgan bir karakter. bazen içinizden "fazla saf" demek gelse de zor anlardaki kendine özgü soğukkanlılığıyla saygınızı kazanıyor.
herbir karakter belirli bir kesimi temsil ediyor aslında. herbiri güneyi oluşturan halkın bir parçası. karakterlerin kişiliğinde tarihi okuyabiliyoruz.
aşk nasıl başlar ve nasıl biter? savaş neleri götürür? bir toplum nasıl değişir ve bir tarih nasıl yok olur? rüzgar gibi geçti tüm bunların cevabını veriyor. izledikten sonra asla pişman olmayacağınız bir film. eğer kitabını okursanız, senaryodaki eksikliklere rağmen filmin kitabı utandırm