Senaryosunu da, Jason Rice'ın hikayesinden uyarlayarak yazan Frank Sabatella'nın yönetmen koltuğunda oturduğu "The Shed”, esrarengiz bir "vampir hikayesi" olarak başlayıp, başrol karakteri Stanley "Stan"in (Jay Jay Warren) akıl tutulması şeklindeki aptalca kararları nedeniyle son 30 dakikasında, kanlı bir "komediye" dönüşen bir drama olarak geliyor karşımıza...
Gelin isterseniz, oldukça düşük bir bütçeyle çekildiği her halinden belli olan, protez olanları da dahil tüm makyajlarının düzgün yapıldığını gördüğümüz bu bağımsız (indie) Amerikan filmine biraz daha yakından bakalım...
Yıllardır klasik vampir öyküleri ve filmleri aracılığı ile bilgilendirildiğimiz bir biçimde:
Güneş ışığına maruz kaldığı an, toz haline dönüşen antik bir vampirin (Damian Norfleet) saldırısına uğrayarak ısırılan ve ardından da "taze kana aç", acımasız bir vampire dönüşmeye başlayan Joe Bane (Frank Whaley), kendisini ısıran ile aynı sona uğramamak adına kendi kendini, Sam Raimi'nin "The Evil Dead"in deki (1981) evi anımsatan bir kulübeye atar...
Peki, kim midir bu Joe Bane?
Aslında Stan ve dedesinin, yolun üstündeki komşusu olup elindeki silahla, arazilerindeki bütün tavşanları ortadan kaldıran, tilkileri yahut da kimliği meçhul diğer yaratıkları aramak amacıyla ormana giden, kasaba ahalisinden talihsiz bir zavallıdır...
Sırada genç Stan'in, ikisi de ölmüş olan annesi Kathleen (Caroline Duncan) ve babası Robert (Sal Rendino) ile tanışma faslı vardır...
Ki bu nedenle de Stan, asla yıldızlarının barışmadığı dedesi Ellis (Timothy Bottoms) ile beraber yaşamaktadır...
Elbette Stan'in tek sorunu, kendisini horlayarak hırpalayan alkolik dedesi değildir...
Bir ay sonra on sekiz yaşına girecek olması sebebiyle, yapacağı ilk hatanın ardından artık şartlı tahliye ile bırakıldığı çocuk ıslah evini değil de doğrudan hapishaneyi boylayacak olan Stan'i, Şerif Dorney (Siobhan Fallon Hogan) ile yardımcısı Dave Haiser'da (Mu-Shaka Benson) ciddi şekilde uyarmaktadırlar...
Okulda, kendisi ile yakın arkadaşı Dommer'a (Cody Kostro), sürekli sorun çıkartan Marble (Chris Petrovski), Pitt (Francisco Burgos) ve Ozzy'de (Uly Schlesinger) ayrı bir vakadır...
Neyse...
Şu ana kadar, Stan'in platonik bir aşk ile bağlandığı ve pislik olarak tanımladığı Marble ile takılmaya devam eden Roxy (Sofia Happonen) dışındaki bütün karakterleri tanıdığımıza göre; Stan'in dedesinin araç gereç deposu olarak kullandığı kulübe de, ilk önce serseri bir kokainman olduğunu sandığı ve o yüzden de köpeği Ike'ı üzerine gönderdiği, vampir Joe ile yüzleştiği güne gelebiliriz...
Eminiz içeridekinin, kana susamış vampir Joe olduğunu bilselerdi, ne Ike ne de aksi ihtiyar Ellis, o kadar büyük bir heves ve enayice bir öz güven ile kulübeye dalmayacaklardı...
Zira ikisi de Joe'ya yem olmak suretiyle hayatlarını kaybederler...
Konuyu henüz kimseye açamayan Stan'in an itibarıyla tek yaptığı şey, kulübenin kapısını dışarıdan güçlendirmek olur...
Ancak çok geçmez...
Marble ve ekibinden fena halde dayak yiyerek Stan'in yanına koşuşturan Dommer, kendilerine eziyet eden o pisliklerden kurtulmalarının aracı olacağını düşündüğü kulübedeki canavarın varlığından haberdar olur...
Fakat sürekli kabus içeren rüyalar görmeye başlayan Stan, bu konuda Dommer ile hemfikir değildir...
Dakika 45...
Geride sizleri, yorumumuzun en başında da belirttiğimiz gibi; son 30 dakikalık bölümünde, yapılan saçmalıklar yüzünden hikayedeki inandırıcılığını tamamen yitirerek, neredeyse "absürt" bir komediye dönüşen bir 53 dakika daha bekliyor olacak...
Keyifli seyirler,