Senaryosunu da kaleme almasının yanı sıra ilk uzun metrajlı (debut) sinema filmini de çekmekte olan Orçun Behram'ın yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu “Bina”; "neo - noir" unsurlardan da ziyadesiyle yararlanılmak suretiyle kurgulanılmış, distopik atmosferdeki bir korku gerilim olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz, herhangi bir zaman ve mekan tanımı yapılmamasına karşın; cep telefonu ve bilgisayar gibi teknolojik aletler yerine, CRT model TV cihazları ile fuel oil yahut da kömür ile çalışan kalorifer kazanına da yer verilmesi sebebiyle 1980'li yılların ilk yarısındaki...
Aynen...
Bir George Orwell klasiği olan "1984" (1949) romanındaki, totaliter bir merkezi tek partinin yönetiminde gerçekleştirilen korku, propaganda ve beyin yıkama mekanizmalarıyla halk ve hayatın tamamının manipüle edilmekte olduğu benzeri bir dönemin ele alındığı bu filme, biraz daha yakından bakalım...
***
Bina içindeki...
Bakım onarım, güvenlik, genel alışveriş ve çöplerin toplanarak atılması şeklindeki günlük aktivitelerden oluşan mesaisine hazırlanmakta olan Mehmet (İhsan Önal); bir yandan ütülediği kıyafetlerini giyinirken, diğer yandan da radyodan sabah haberlerini dinlemektedir...
Soğuk ve yağışların giderek artmakta olduğu hava durumuna ilişkin raporun ardından...
Sıra günün en önemli haberine gelir...
***
Şöyle ki...
Telekomünikasyon ve İletişim Bakanlığı'nın çabalarıyla ülke, yeni bir döneme daha girmekte...
Ve böylelikle de...
Öncelikli olarak devlete ait olan (zaten o yıllarda özel TV kanalları henüz mevcut olmadığı için) TRT TV kanallarının faydalanacağı bu yeni teknoloji, apartmanlarda ortak uydu yayınının kullanımına imkan tanıyacaktır...
***
Çalışmalar...
Planlandığı şekilde gerçekleştiği taktirde de; yaz aylarından önce hemen her hane, merkezi sisteme ulaşabiliyor olacaktır...
***
Böylelikle de...
Yönetmelikler ve açıklanacak programlar tek bir elden, düzenli bir şekilde günlük bültenler halinde vatandaşlara aktarılırken...
Uzun süredir hayata geçirilmeye çalışılan bu sistemin miladının da, bugün olduğu vurgulanılmaktadır...
***
Ki bakanlık yetkilileri...
Sistemin radikal değişikliklere sebep olacak yeni bir sayfa açacağını da belirtmektedirler...
***
Kendi evinden çıkıp, biraz yol yürüyerek çalıştığı binaya ulaştığında Mehmet'i; çalıştığı apartmanın...
Mehmet açısından, "ceberrutluğa varan düzeydeki otoriteyi temsil eden" ve aslen bir devlet memuru da olan yöneticisi Cihan Bey (Levent Ünsal) ile çanak anten takmak için belediyeden gönderilen Sait (Oktay Üçdirhem) beklemektedir...
***
Bu işlemin gerçekleşmesi için üç ay önce dilekçe vermiş, hukuki kurallara uymakta son derece kararlı olan Cihan Bey...
Yeri gelmişken Mehmet'e...
Apartman sakinlerinden Fırat Beyin (Enis Yıldız), gece nöbetinde kendisini uyuklarken yakaladığını ve tekrarına izin vermeyeceğini de bildirir...
Zira...
Artık gözü, üzerinde olacaktır...
***
Derken...
Buz gibi dondurucu bir İstanbul sabahında, apartmanın bahçe girişindeki tek katlı güvenlik kulübesindeki odasına geçerek elektrikli ısıtıcısını çalıştıran Mehmet; dışarıya bakan camın önündeki masasına geçerek oturur...
Tam da aynı esnada...
Çatıda anteni takmakta olan Sait, düşerek birden beton zemine çakılıverir..
***
Olayın görgü tanıkları arasında...
Kendisine ilaveten...
Cihan ile uzunca bir süredir işsiz olan Hakan (Murat Sağlam) ve karısı Cemile'de (Elif Çakman) bulunmaktadır...
***
Ölen kimsesiz Sait'e üzüldüğünü iddia eden Cihan'ın asıl merak ettiği husus, antenin çalışıp çalışmadığıyken...
Sabah sabah...
İşe gitmek üzere yola koyulmuş olan Aysel (Işıl Zeynep), Mehmet'e uğrayarak...
Kendisinden, apartmandaki dairesinin banyosunu bir kontrol etmesini ister...
***
Çok geçmez...
Hakan'ın, oğulları Yusuf (Toprak Mert Yadigar) ile ilgilenmesi için eve yolladığı Cemile; televizyonu açtığında, yayın olmadığını görerek Mehmet'i arar...
***
Bunun üzerine...
Anteni kontrol etmek amacıyla çatıya çıkan Mehmet'in dikkatini; aynen Aysel'in banyosundakine benzer biçimdeki, siyah bir sıvının varlığı çeker...
***
Neyse...
Girişteki güvenlik kulübesinde oturmuş, gazetesini okumakta olan ve o yüzden de camına vurularak uyarılan Mehmet; kendisine taktığı gün gibi ortada olan Fırat ve karısı Berrin (Eda Özel) ile kızları Yasemin'e (Gül Arıcı), bahçe kapısını açar...
***
Daha sonra da...
Bahçenin bir köşesine tüneyen...
Kendisine benzer bir biçimde, mevcut yaşamından bıkıp usanarak bunalmış olan Yasemin'in yanına çökerek; onunla sohbete başlar...
Sohbetin bitiminde de Mehmet, Yasemin'in eline; baskılarından bunaldığı, sistemin ürünü olan ebeveynlerini terk etmesine yardımcı olacak, bir tren biletini sıkıştırıverir...
***
Uzatmayalım...
Hava kararmış ve herkes evlerine çekilip televizyonlarının başına geçerek, devlet otoritesinin yeni kurallar tebliğ edeceği haber bültenini beklemeye koyulmuşken...
***
Mehmet'de halen...
Gündüz Aysel'in banyosu ile çatıda gördüğü...
Totaliter nitelikteki otorite ile onun her alandaki çürümüşlüğünün, hayatın her kısmına nüfuzunu temsil eden siyah sıvının; sırrını çözmenin peşindedir...
***
Anlatımımıza son noktayı koymadan, Orçun Behram'ın...
Yasemin'in serbest bırakmaya çalıştığı ama uçar uçmaz da bir karganın saldırısına maruz kalan kafes kuşu ve Hakan'ın oğlu Yusuf'a, eşeğini sağlam kazığa bağlaması gerektiği türündeki ardı ardına gelen metaforlara da; sıklıkla başvurduğunu da belirtmiş olalım...
Elbette...
Apartmanın içindeki...
Stanley Kubrick ve Dario Argento filmlerinden de aşina olduğumuz...
Duvarların içinden gelen, kaynağı belirsiz gürültülü ses efektleri ve sağdan soldan fırlayarak ortama fısıldayan gölgeler ile; kullanılan kulakları tırmalayıcı tondaki müziğe...
Ek olarak...
Bir tutam saçını yolmasına neden olan Aysel'in kaşıntı nöbeti ile güzellik maskesini de atlamadan...
***
Yani Behram'ın vermeye çalıştığı mesajlar, "gani" demek suretiyle...
Dakika 35...
Behram'ın, düşük bütçeli klasik korku gerilim sinemasının temelleri ile kullanılan yöntemlerine fazlasıyla hakim olduğunu gösterdiği filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; pek de özgün bir şeyler bulamasalar da, sıkılmadan izleyeceklerini umduğumuz 80 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,