Eskimeyen hikaye, yaşlanmayan oyunculuk…
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu1950’li yıllardan bu yana beyaz perdeye en çok yakışan, en zarif kadın oyunculardan biri olan Sophia Loren, 2000’li yıllarda kariyeri açısından artık iyice dinlenmeye çekilmişti. Rob Marshall imzalı Nine (2009)’da kendisini özleyenlerin ağzına bir parmak bal çalınmış olsa da, baş olarak doyasıya Sophia Loren efsanesini seyretmek bir Netflix uyarlaması olan Onca Yoksulluk Varken (The Life Ahead) filmine kısmet oldu.
Yahudi asıllı Fransız yazar Romain Gary’ye ikinci kez Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü’nü kazandıran “The Life Before Us” adlı çarpıcı romanın taze bir uyarlaması olan (ilk uyarlama 1977 tarihli) filmin yönetmen koltuğunda Sophia Loren ve Carlo Ponti’nin ikinci oğlu olan Edoardo Ponti oturuyor. Yani Loren kendini en güvendiği ele teslim etmiş desek, abartı olmaz. Edoardo Ponti de elinde tuttuğu ve uyarlayacağı metnin gücünün farkında olarak ve hikayenin duygusal dozunu sinemanın sanatının el verdiği en yüksek seviyede tutarak kartlarını oynamış. Zira içinde Auschwitz ve Holokost, fahişelik, uyuşturucu, öksüz-yetim büyüyen ergen çocuklar, yaşlılık ve nihayetinde makyajlı bir kentin kenar mahallelerinde yaşanan yoksulluğu ajitasyona bulaşmadan tek bir potada yedirmek ve buradan insan hikâyeleri çıkarmak çocuk oyuncağı değil.
Bu anlamda yapımcılık açısından Netflix’in tam da arzuladığı bir proje olmuş diyebiliriz; zira pek çok dezavantajlı grubu ve temayı bir arada izletip, başımızı okşuyor, nihayetinde yaşlı gözlerimize birer havlu kağıt dayayıp, bir sonraki film/dizi seçeneğini saniyeler içinde önümüze koymayı başarıyor. Bu filmi, sinema duygusu açısından gerçekten bir sinema salonunda, muhtemelen içini çekecek olan diğer sinemaseverlerle seyretmek isterdim; jenerik akarken o karanlıkta öylece oturup kalacağınız, biraz sindirmeniz gereken bir yapım Onca Yoksulluk Varken.
Para kazanmak için bir şekilde ‘giden’ fahişelerin geride kalan çocuklarını büyüterek uzun yıllardır hayatını kazanan Madama Rosa, Yahudi soykırımından sağ kurtulabilmiş şanslı azınlıktandır. Mahallenin en eskilerindendir ve herkesle bir şekilde eski ahbaplığı vardır. Ama hayat, başkalarının onlarca çocuğunu büyütmüş olan Rosa’yı sağlam yıpratmıştır. Bir gün Dr. Coen kendi vesayeti altındaki yetim ve haşarı Momo’ya evini açmasını rica eder; belalı bir çocukla uğraşmak istemeyen Rosa ne kadar dirense de sonunda Senegalli bu ergen genci evine kabul eder. Bu iki zıt karakterle de filmin ana çatışması kurulmuş olur.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere farklı temalardan birden çok doz var bu öykünün içinde. Her bir tutam oldukça düzgün yedirilmiş. Kimsesizliğe, fakirliğe ve itilmişliğe karşı Momo’nun kendisine şiddetten duvarlar kurması ve tekrar yenilmeden hayatta kalmak için ‘güçlü olana’ sığınması… Hafızalardan gelecek nesillere miras misali aktarılan Yahudilik... Bakkal dükkânının deposunda yaşayan, yaşatılan Müslümanlık… Ailesine kendisini olduğu haliyle kabul ettirmeye çalışan transseksüel, hayat kadını birey… Sadece görsel düzeyde kalsa da beyaz yakalı İtalyanların uyuşturucu pazarı için mahzen değerinde olması… Ve nihayetinde aralarında neredeyse 70 yaş olan iki uç kuşağın hem ihtiyaçtan hem de sevgiden kapılarını birbirlerine açması…
86 yaşındaki Sophia Loren, Madama Rosa rolünü giyinip de kamera karşısına geçmiş; her şeyiyle o İtalyan ‘koca karı’ olmuş. Cadılığından şefkatine, geçmişin acılarını halen yüreğinde hissederken, gözüne çektiği kalem ile hayata tutunmaya çalışan azmine dek, filmi hiçbir şey için izlemeseniz bile Madama Rosa için izlersiniz. Öte yandan çocuk oyuncu İbrahima Gueye ilk uzun metrajlı filminde sırtladığı Momo (Muhammed) karakteriyle ‘umut veren genç oyuncu’ kategorisinde parlıyor. Ponti çocuk oyuncu kadrosunu da iyi kullanmayı becermiş. Momo’nun gerçekçi akımda artık pek rastlamadığımız ‘iyiye’ doğru karakter dönüşümü belki de bugünlerde biraz daha fazla ihtiyacımız olan yumuşamayı yüreğimize serpiyor. Biraz da özdeşlik kurduğumuz karakterin iyi sonlarına, biraz daha romantizm akımının şefkatine ihtiyacımız var belki de?
Teknik açıdan güçlü bir yapım ekibinin elinden çıkan Onca Yoksulluk Varken, bu anlamda filmin geneline yayılan bir seyir keyfi veriyor. Rosa’nın evi ve özellikle bodrum katındaki sığınağın sanat ve görüntü yönetmenliği ders gibi kareler. Film Oscar adaylığında şaşırtıcı olmayan şekilde Sophia Loren ile Akademi’ye şah çekecek gibi görünüyor ama müzikler de dâhil olmak üzere teknik açıdan Netflix prodüksiyonunun hakkını teslim etmek gerek. Ne diyelim, darısı durmuş olan sinema sektörümüz adına bizim de başımıza!
Ez cümle, mendillerinizi hazırlayın ve bu hafta sonu kendinizi Loren ve Ponti ikilisinin 94 dakikalık dramına bırakın…