Hesabım
    Derin Sular
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Derin Sular

    Efsaneler geri döner mi?

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    90’ların sonu ya da 2000’lerin başında doğan ve şuan Z kuşağı olarak nitelendirilen çağımızın taze gençlerine ‘Biz bir zamanlar sinema salonunda, biletli seyirciler olarak parası neyse verip “erotik gerilim” seyrediyorduk’ diyerek 9 1/2 Hafta (1986),  Fatal Attraction (1987), Indecent Proposal (1993), Unfaithful (2002), Gözü Tamamen Kapalı (1999), Tuhaf İlişkiler (1996) ve hatta Temel İçgüdü (1992) ’yü örnek versek muhtemelen ‘cancel’lanırız. İnanması güç ama bunların hepsi gerçekti, yaşandı; “2 süper film birden” ekolü harici elle tutulur, 18+ erotik dozajlı taş gibi filmler de vizyona giriyordu…

    Belki 1980 darbesi sonrası Türkiye’sinde Adrian Lyne'ın ‘gişe yıkan’ filmleri hemen gösterim şansı bulamadı (bknz 9 1/2 Hafta anca 1990’da vizyona girebilmiş!) ama 90’ların ‘Türkiye iklimi’ bile  Grinin Elli Tonu (Fifty Shades of Grey) filmini baş tacı etmeyeceğimiz kadar zengindi!  Bakınız yine Adrian Lyne imzalı Lolita! (1997) “Aşk, dram, suç” şeklinde kategori uydurmaktansa, az ama öz bir filmografi ile 1980-90’lar erotik gerilim ekolüne adını altın harflerle kazıyan efsane sinemacı Adrian Lyne'ın 20 sene aradan sonra imza attığı Derin Sular (Deep Water) bu cuma ev sineması marifetiyle seyirci karşısına çıktı. Bu tercihin 81 yaşındaki yönetmene biraz da haksızlık olduğunu ekleyerek filme geçelim…

    İlk yapım aşamasında haberleri 2013’e kadar dayanan Derin Sular filmi, aslında pandemiden önce, 2019’da çekimleri tamamlanan ve hatta her şey yolunda gitseydi Kasım 2020’de beyazperdede seyretme şansını nail olacağımız bir film-di. Birbirlerini sevdiklerini dile getirseler de sorunlu bir evliliği, sırf zengin konfor alanı ve zeki kızları Trixie için sürdürüyormuş gibi görünen Vic (Ben Affleck) ve Melinda (Ana de Armas) çiftinin rahatsız edici ilişkisi üzerine kurulu filmin çerçeve hikayesi. 20yy.’ın bir başka efsanesi olan Amerikalı yazar Patricia Highsmith’in aynı adlı romanından (1957), Zach Helm ve Sam Levinson tarafından uyarlanan senaryosu zaten bu altyapı ile yeterince iştah açı. Peki yönetmen Lyne'ın kendi perspektifinden bize göstermeyi tercih ettiği film nasıl? Açıkçası kitabı okumadığımdan dolayı (Türkçesi 2005’te yayınlandı) bir uyarlama karşılaştırması yapamayacağım maalesef ama filmi hem kendi dinamikleri hem yönetmen filmografisi açısından değerlendirmek mümkün. Öte yandan bu filmi, yine Ben Affleck’li Gone Girl ile karşılaştırmak da pek olası ama bence kulvarlar yönetmenlerin bakış açısından dolayı oldukça farklı.

    Karşımızda baştan aşağıya bir ‘femme fatal’ karakter olan Melinda ve elde ettiği femma fatal’i elinde tutmak için gözünü her türlü karartan bir sahip -kocası Vic- var. Herkes bilir ki arzu nesnesine sahip olduktan sonra onunla olan tutkulu ilişkiniz yavaş yavaş azalır ve eski ‘hevesiniz’ kalmaz… Peki ya ele geçirdiğinizi zannettiğiniz femme fatal sizi sürekli oyunun içinde tutmaya niyetliyse? Hayatı ‘kendisi olarak’ yaşamayı tercih eden Melinda’nın artık sıkıcı bulduğu kocası Vic’e yaptığı tam da bu aslında!  Hem kendi özel alanından Vic’i çıkartıp, hem de kasabaya yeni gelen, genç ve yakışıklı erkekleri ona bir anlamda yem yaparak, bir yandan kendisi dibine kadar ‘eğleniyor’, diğer yandan Vic’in tüm ‘hararetinin’ ortaya çıkmasını ateşliyor. Filmin hikayesine dair daha fazla sürprizbozan detayı vermeyelim ama özellikle Amerikan kültürü açısından yeterince arketip içerdiğini, üstüne üstlük yönetmenin kabasaba, sıkıcı Amerikan kültürü karşısına eğlenceli ve erotik Avrupa’yı konumlandırdığını da ekleyelim. (Gerçi sınırları belli o küçük kasabada bu kadar partileyince Amerikalılar nasıl sıkıcı olabilir, 3. dünyadan bakınca insanın aklı pek kesmiyor tabii...)

    Tüm bu akış içerisinde başroller Ben Affleck ve Ana de Armas aslında tam da kendilerinden beklenen oyunculuğu sergiliyorlar. Affleck’in filmin gerilim unsurunu sırtlarken edepsiz bir femma fatal’i sırf iri gözleri ve derin sırt dekoltesi ile canlandırmayı başaran Ana de Armas aslında elektriği de gayet iyi tutturuyor ki bu filmin setinde tanışıp (Kasım 2019), hızla ateşli bir ilişkiye girdiklerini de magazinden ve sosyal medyadan malumumuz aslında. Öte yandan filmin iki ana karakter kadar öne çıkan bir diğer unsuru çiftin kızı Trixie ve ona hayat veren küçük oyuncu Grace Jenkins’ın müthiş oyunculuğu. Filmin senaryosu içerisinde arası bozuk anne-babayı bir arada tutmaya çalışan çocuktan çok daha fazlası biçiliyor aslında Trixie’ye. Yaşından büyük laflarını şımarıklıktan değil aslında bilinçli bir olgunlukla dile getiren Trixie, ebeveynlerinin hayatında olup bitenlerin de dibine kadar farkında ve yeri geldiğinde 3 maymunu oynamaktansa yaşına rağmen inisiyatif almaktan çekinmeyen tam bir cimcime! Umarız Grace Jenkins’i sırf sevimli bir çocuk olduğu için oynatılmadığı, katma değerli benzer rollerde seyretme şansını buluruz. 

    Deep Water filmini başka bir yönetmen çekmiş olsaydı “Türün popüler pek çok filminden sahne araklamış, tam bir patchwork yapmış!” derdiniz. Ama yönetmenin kendisi, kendi filmografisine saygı duruşu niteliğinde araya göndermeler serpiştirdikçe, eski günlere özlemle insanın yüzünde adeta bir tebessüm beliriyor. Deep Water üzerine bu hafta sonu bir oturuşta tüm Adrian Lyne filmografisini baştan seyredesi geliyor; tabii yüreğiniz ve partneriz bu eski usul erotik gerilim bombardımanını kaldırabilirse! Hikaye akışı içerisinde kurgudan dolayı havada kaldığı bariz sahneleriyle seyirciye “Bu stüdyo cut ise ben esas director’s cut’ı seyretmek istiyorum!” hissiyatı yaratan Derin Sular bu hafta sonundan itibaren Türkiye’de Amazon Prime üzerinden izlenebilir. Olumsuz yorumlara fazla takılmadan, ama aklınızda bu ve benzeri filmleri neden sinemada daha sık göremiyoruz sorusuyla seyredin… Cevap 11 Eylül sonrası değişen dünya düzeninde…

    İyi seyriler!

    Twitter.com/duygukocabayli

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top