Kedilere ve Louis Wain’e selam!
Yazar: Banu BozdemirHayatta bazen, bazı değerler üst üste gelir ve daha fazla bir anlam salınımı yaparlar dünyamız için. Ülkemiz tam anlamıyla bir sokak hayvanı cenneti, özellikle yaşadığım semt olan Kurtuluş’ta sokak hayvanlarıyla mahalle sakini havasında yaşayıp gidiyoruz. Onlara selam vermenin, öpücük yollamanın karşılığı kuyruk sallamak, ağır ve temkinli adımlarla size kafalarını okşatmak ve keyifli bir miyavlama olarak yansıyor. Ülkemizde kısıtlı koşullarda yer alan barınakların, sağlıksız ve yetersiz olanakları göz önüne alınırsa hayvanların sokaklarda yaşamaları daha anlamlı görünüyor.
Bu hafta vizyona giren Will Sharpe imzalı The Electrical Life Of Louis Wain / Louis Wain’in Renkli Dünyası, sokakta yaşayan hayvanların haklarını iade etmek üzerine, daha doğrusu kedilerin diyelim biz ona! Belki bizim için çok tanınırlık arz etmiyor ama çağının ‘meşhur’ ressamlarından Louis Wain’in renkli, bir o kadar da trajik hayatının dehlizlerine dalan bir filmle karşı karşıyayız… Vincent Van Gogh ile aynı dönemde (1800’lerin sonu, 1900’lerin ilk yarısı) yaşayan, Leonardo da Vinci gibi iki elini kullanarak resim yapan bu dahilikle sınanmış ressam, Viktorya İngilteresinin biraz pis, biraz sıkıcı dekorunda kendisine renkli, farklı ve para kazandıracak bir arayışın ürünü olarak kedilerin peşine düşer. Daha doğrusu bir kedi hediye olarak onların kapısını çalar!
O dönemde köpekler kucakta her türlü buluşmanın baş aktörü konumundayken, kedilere biçilen rol ise sokaklarda fare yakalamalarıdır! Louis Wain kedilerin hırçın tüylerine dokundurduğu fırça darbeleriyle hem kendi hem de kedilerin makus talihini değiştirir… Burada bir parantez açmak gerekirse; filmin bütününe baktığımızda aslında mutsuz bir hayat yaşıyor Louis Wain, tıpkı çağdaşı Van Gogh gibi. İkisi de akıl hastanesi koridorlarında uyuşamadıkları gerçek hayatın suçluluğu ile hayata veda ediyor. Hayal gücünün gerçek dünyayı aşan sınırları yüzünden! Ve o dönemler bu hayal gücü delilik muamelesi görüyor…
Louis Wain’in hayatını şöyle bir tararsak; babası öldüğü için annesi de dahil yedi kişilik bir ailenin tek erkek çocuğu olarak, ailenin bakımı onun üstüne kalıyor. Eve gelen ve farklı bir sosyal sınıfı temsil eden, üstelik kendinden büyük olan mürebbiyeye aşık olunca ailesi dahil herkesin dışladığı bir adam haline geliveriyor. Ama hayallerine ve karısına sıkı sıkıya sarılan ressamımız çok sevdiği karısını çok erken kaybediyor, geriye sadece kedileri Peter kalıyor. Peter ona her anlamda model oluyor. Hem hayatını toparlaması için hem de filmin ikinci yarısını kapsayan kedi modelleri için…
Kedileri çılgın gibi karikatürize eden, yaşadığı travmalar sonucu kedilere insani bir boyut katan Louis Wain’in bir tutkusu da yaşadığı döneme ‘renk’ katan elektriğin bulunması oluyor. O da hayatta cereyan eden elektrikle eserleri arasında bir bağ kurmanın derdine düşüyor. O müthiş buluşun dışında kalamıyor ve filmin adına da bu şekilde yansıyor bu sıra dışı tutkusu! Film kedilerle, onların türlü halleriyle bezenip bizi mutlu kılmaya çalışsa da, arka planda bitmeyen trajedinin yorucu olduğunu söylemek de fayda var! Çünkü bir yandan ressamın hayatı akarken, bir yandan da yaşamın dengeleri değişiyor, elektriğin bulunması, fotoğrafın icat edilmesi derken Louis Wain’in muhteşem çizimleri arka planda kalıyor ve hepsi bir hüzün malzemesi olarak filmin aralarına yayılıyor. Kedileri bu denli çok, çılgınca ve tutkuyla çizen bu adamdan bu günlere güzel mesajlar kalıyor! Film atmosferi, enerjisi ve bir ressamın sırtladığı yüküyle seyirciye farklı duygular aksettiriyor ve bu dünyadan kedilerin farklı ruh halini fark etmiş bir Louis Wain geçti dedirtiyor…
Tabii filmin oyuncusu Benedict Cumberbatch’dan bahsetmeden olmaz. Ressamın ruhuyla örtüşmüş, elektriğini almış bir oyuncuyla karşı karşıyayız. Yaşlandırmasında da (makyaj) hiçbir eksiklik yok ve Louis Wain’i karşımıza kanlı canlı getirmiş denecek kadar çok boyutlu. Haftanın kedili filmi için sinema salonlarını tercih etmeniz yerinde olur!
twitter.com/banubozdemir