Hikâyesi, yaşanmış gerçek olaylardan esinlenilerek Mateusz Pacewicz tarafından yazılan “Boże Cialo / Corpus Christi”, Jan Komasa’nın yönetmen koltuğunda oturduğu Polonya – Fransa ortak yapımı bir drama…
Prömiyeri, 2 Eylül 2019’da iki ödül birden kazandığı Venedik Film Festivalinin “Venedik Günleri” bölümünde yapılan ve 11 Ekim 2019 tarihinde Polonya’da vizyona giren filmin, hâlihazırda IMDB, Rotten Tomatoes ve Metacritic gibi mecralarda ciddiye alınacak miktarda oydan oluşan bir izleyici ve yorumcu puanı ortalaması mevcut değil…
O nedenle bizde, Polonya’yı, “En İyi Uluslararası Film” kategorisinde 92. Academy Ödüllerinde temsil eden bu filmi, her zamanki gibi önceliği oyuncu kadrosuna vermek suretiyle bizzat kendimiz mercek altına alarak incelemeye ardından da puanlamaya çalışacağız…
Bunun içinde, 1.3 milyon dolar gibi oldukça mütevazı bir bütçe ile çekilen ve 8.2 milyon dolarlık bir hasılat rakamına ulaşmış olan filme ilişkin ilk tespitimizi, sonrasında da naçizane ilk önerimizi paylaşalım istiyoruz…
Bu bağlamda da işe; karşımızdakinin, Katolik Kilise örneği üzerinden yerleşik pek çok dini kavram ve dinlerin bizzat kendilerinin sorgulandığı bir film olduğunu söyleyerek başlayabiliriz…
Elbette izlerken, “İnsanlar bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar” sözcüğünü de anımsayarak Amin Maalouf’un kulaklarını da sıklıkla çınlattığımız filmdeki ilginç hususların başında, anlatılanların gerçek olaylara dayanıyor olması geliyor…
Neden derseniz?
Zira akıl hastanesinden kaçan iki deliden birinin kaymakam (Kemal Sunal) diğerinin de hâkim (Yavuzer Çetinkaya) gibi davranarak ezber bozan uygulamalara imza attıkları “Deli Deli Küpeli” deki (1986) gibi tutuklu olduğu ıslahevinden kaçarak geldiği küçük bir kasabada, rahatsızlanan mevcut Papazın yerine (geçici bir süre için merkezden gönderilen) vekil Papazmış gibi davranarak vaziyete el koyan Daniel de (Bartosz Bielenia), yaptıklarıyla cemaatini şaşkına çeviriyor…
Öyle ki, dini bilgisi ıslah evindeki ayinlerde duydukları ve ihtiyaç halinde cep telefonuna indirdikleriyle sınırlı olan bu genç delikanlı, icraatları ile bir anlamda önce dinde ardından da insanların bakış açılarında, her ne kadar (filmi izlerken öğreneceğiniz nedenlerle) çoğu kalıcı olamasa da reform gibi değişikliklere de yol açıyor…
Tabii aslında bu anlatılanlar, dinlerin değişen koşullara ayak uydurmakta zorlanan ve hatta bu koşullarla çelişen “statik” yapılarına dair önemli eleştiriler de içeriyor…
Yani kimse, son derece sıcak ve ilgi çekici bir yapıya sahip olan bu filmde, (geniş anlamda) din ve (dar anlamda da) Hristiyanlık güzellemesi yapıldığı biçiminde bir yanılgıya düşmemeli…
Dediğimiz gibi Pacewicz’in hikâyesi ile Komasa’nın zekice ayarlanmış kurgusu sonucunda ortaya çıkartılmış ve karşısında “Parasite” gibi bir rakip olmasaydı Oscar heykelciğini de tereddütsüz kapmış olabilecek nitelikteki bu film, izleyicisine tamamen farklı bir şeyler sunuyor…
Bitirmeden, Daniel karakterini canlandıran Bartosz Bielenia’nın da övgüye değer bir performans sergilediğini belirtmek isteriz…
Belki, yine klasik bir laf olacak ama diğer yorumlarımızda olduğu gibi yazılmayanları yazmaya, anlatılmayanları anlatmaya, söylenilmeyenleri söylemeye çalıştığımız bu satırlar filme ilişkin ilk tespitimiz olsun…
İlk önerimize gelince:
O hakkımızı da bu kez; Avrupa sinemasının düşük bütçeli seçkin örneklerine de duyarsız kalamayan sinemasever dostlara, “Ciddi yankılar uyandıran bu filmin ardından ‘The Hater’ (2020) isimli filmde de birlikte çalışmaya devam eden Jan Komasa ve Mateusz Pacewicz ikilisinin projelerini de takibe almayı unutmayın” diye seslenerek kullanmak isteriz…
Sonuç olarak, kendi değerlendirme sistemimiz içinde puan olarak 3,5 verdiğimiz bu çok özel film için önerimiz de olumsuz puan ve yorumlara aldırmadan “mutlaka bir şans da siz verin” şeklinde olacak…
Keyifli seyirler,