Tek Mekan, Tek Mücadele!
Yazar: Onur KırşavoğluYıldız oyuncu Regina King’in kamera arkasına geçip, TV filmi olmayan ilk uzun metrajlı film çalışmasını gerçekleştirdiği One Night in Miami, 1964 yılının bir şubat gecesinde, kurgusal bir buluşmada, siyahi hareketin öncü isimlerini izleyiciyle buluşturuyor. Başrollerinde Kingsley Ben-Adir, Leslie Odom Jr., Aldis Hodge ve Eli Goree’nin yer aldığı film, Kemp Powers’ın aynı adlı tiyatro oyunundan, yine Kemp’in yazdığı bir senaryoyla uyarlandı. Büyük bir kısmı tek mekanda geçen ve diyalogların oldukça önem taşıdığı film, dönemin politik meselelerini ve ırkçılık karşıtı mücadelesini de ünlü karakterler üzerinden masaya yatırıyor. Filmin, ödül sezonu için adının sıklıkla dile getirildiğini de belirtelim ve filme geçelim.
King, ilk yarım saat itibarıyla karakterlerin dönemsel olarak hangi konumda olduğunu anlatmayı tercih etmiş. Onları tanımayan izleyiciler içinse derinlemesine olmadan birer tanıtım sahnesi koymayı da ihmal etmemiş. Burada kullanılan birkaç kurgusal numara ve geçiş tempoyu zenginleştirmiş. Jenerik ise tam da bu ilk tanıtımların sonuna eklenmiş ve karakterlerin birlikteliği üzerinden tek mekan kullanımına giden yol burada başlatılmış. TV filmi olmayan ilk uzun metrajını çeken bir yönetmen için son derece başarılı olduğunu söyleyebiliriz ve bu kısımlar, daha sonraki başarılı diyaloglarla birleşince, filmin tiyatro uyarlaması oluşundaki olası handikapları da engelliyor. Yakın zamanda izlediğimiz, yine başarılı olan ama teatral etkiyi daha fazla hissettiğimiz M Rainey’s Black Bottom’la bu filmin ayrıldığı en önemli noktalardan biri de kurgu. İkisi de oldukça başarılı ama ikisinin de hissettirdikleri çok farklı.
Filmin bu noktadan sonrası hem biçimsel, hem içerik anlamında en önemli sahneleri barındırıyor. Siyahi hareketin en önemli isimlerinden olan Malcolm X, gelmiş geçmiş en önemli sporcularından, dünya ağır siklet boks şampiyonu Muhammed Ali, NFL rekorları kıran oyuncu Jim Brown ve soul müziğin efsanelerinden Sam Cooke, bir otel odasında bir araya geliyor. Muhammed Ali’nin Sonny Liston’ı yenerek ilk şampiyonluğunu ilan etmesini kutlamak için bir araya gelen “kahramanlar”, eğlenceli bir parti umudu taşırken, Malcolm X’in sorgulamaları ve yargılamalarıyla karşılaşıyor. Biçimsel anlamda, teatral bağdan kopmayı ve dinamik olmayı başaran, geçişleri ve manevralarıyla konsantrasyonu diri tutan ve özenle yazılmış diyalogların hiç sarkmadığı başarılı anlar izleyiciyle buluşuyor. İçerik anlamında ise en önemli dertler burada anlatılıyor. Malcolm X’in ve göz önünde olan popüler arkadaşlarının siyahi mücadele konusunda nerede olduğu, olması gerektiği ya da nerede olmak istedikleri ikili tartışmalarla burada irdeleniyor. Sporun gücü, müziğin ulaşılabilirliği, inancın yolu ve ekonomik özgürlüğün önemi, kavramsal olarak karakterlerin tartışmalarında birer araç oluyor. İslam Ulusu’nda ayrılma noktasında olan Malcolm X, Müslümanlığa geçişini duyurmak üzere olan Muhammed Ali, sesini duyurmak için, gerçekten de “sesini” kullanabilecek durumda olan Sam Cooke ve bu amaçlara hizmet noktasında paranın gücüne inanan Jim Brown harika dizayn edilmiş yüzleşmeler yaşıyor. King, neredeyse hiç sarkmadan bizi de bu tartışmalara ortak ediyor. Burada, olumsuz anlamda gelebilecek eleştiriler arasında filmin 90’larda yapılan Oscar filmlerinin yapısına göz kırpması ve yeniden yükselişe geçen ırkçılığın karşısında yeni değil, eski kalıplarla dert anlatması söylenebilir. Elbette, o yıllardan bir hikayeyle bunu başarmak çok güç ama yükselen yeni ırkçılık karşıtlığı için sanırım bundan çok daha fazlası gerekiyor. Son düzlükte, karakterleri yollarına ayırıp, Sam Cooke şarkısıyla güçlü bir final yapmış olsa da bu demodelik çoğu izleyici için puan düşürücü ve hatta sıkıcı olacaktır.
Filmin ve ödül sezonu için adı geçen filmlerin çoğunluğunda siyahi hikayeler bulunuyor. Yakın zamanda yaşanan #BlackLivesMatters protestoları, ırkçılığın yeniden ve tüm dünyada bir yükseliş yaşaması ve Amerika özelinde Trump’ın başkanlığı, bu sonuca sebebiyet verdi. Hatta, çoğu film ertelenmesine rağmen, bu hikayeleri anlatan yönetmenler filmlerini bir şekilde bu yıl gösterime sokmaya çalıştı. Hem daha az filmin olduğu bir dönemde seslerini yüksekten duyurma şansını tepmek istemediler, hem de protestoların ve seçimlerin olduğu bir yıl bu hikayelerin izleyiciyle buluşması onlar için her şeyden önemliydi. Belki de, onlarca yıl sonra ilk kez siyahilerin hikayelerinin anlatıldığı filmler Oscar yarışında çoğunluğu oluşturacak. Bunu görebilmeyi de dört gözle bekliyoruz. Regina King ise bu yaşananlar neticesinde derdini dolandırmadan anlatmayı başarmış. Belki her karaktere yakın durması ve mücadele yolu konusunda kararsız olduğu düşünülebilir ama bu asla bir orta yolculuk değil ve böyle bir yılda oldukça kıymetli.
Film, tek mekan ve diyalog üstünlüğü olduğu için 4 ünlü isim canlandıran oyuncuların performansları en önemli unsur. Onların birinin bile kötü oynaması ya da ayarı kaçırması filmin etkisini düşürebilir ama hem kendileri, hem onları yöneten ve aynı zamanda iyi bir oyuncu olan King bu hataya düşmemiş. Eli Goree ve Aldis Hodge gerekeni fazlasıyla yapmışlar ve filme katkıları yadsınamaz ama Kingsley Ben-Adir ve Leslie Odom Jr.’ın performansları senenin en iyileri arasına rahatlıkla girmeyi hak ediyor. Ben bir performans seçecek olsam Odom Jr.’ı tercih ederim. Zira, Ben-Adir’in daha agresif bir rolü olmasına rağmen, değişkenlik gösteren ve her duyguyu hissettirme noktasında iyi iş çıkaranın Odom Jr. olduğunu düşünüyorum. Ve elbette, tüm bunlara ek olarak, filmin kurgusunun da başarı için önemli etmenlerden biri olduğunu eklemek gerekiyor.
Son dönem üst üste örneklerini gördüğümüz tiyatro oyunu uyarlamaları konusuyla yazıyı bitirmek gerekirse; Oyuncuların aşırı teatral performans sergilemediği, diyalogların sahneden kurtulup, sinemaya adapte edilebildiği, yönetmenin dinamik bir tempo ve harika bir kurgu yardımıyla sarkmadan derdini anlatabildiği yapımlar sahne atmosferinden kurtulmayı ve tam anlamıyla birer sinema yapıtına dönüşmeyi becerebiliyorlar. Bu konuda, son dönem karşımıza çıkan ve siyahilerin hikayelerine yer veren Fences, M Rainey’s Black Bottom ve One Night in Miami adlı filmler oldukça başarılı ve benim gibi, harika yazılmış bir senaryo ve saatler sürse izlenecek ilgi çekici diyalogları seviyorsanız bu filmler tam size göre.
Onur Kırşavoğlu