Bir kadının azim yolculuğu!
Yazar: Banu BozdemirThe Conductor / Bir Kadın Zaferi, adı asla listelerde yer almayan ama müzik camiasında ilk kadın orkestra şefi olarak anılan ve hayallerinin peşinde koşmak için azimle çabalayan Antonia Louisa Brico’nun hikayesini anlatıyor. Hikaye bir yandan trajik bir yandan sürekli umut aşılayan bir anlatımla karşımıza geliyor. Şöyle ki Hollanda asıllı Antonia hayatında sonradan öğrendiği gerçeklerle yüzleşmeye çalışırken bir yandan da hedeflerinden şaşmamaya devam ediyor. 1926’lı yıllar. Yine kadınların bazı işlerde kabul görmeyeceği, hatta o işi kadınların yapmasının akıllara bile gelmeyeceği yıllar. Çünkü kadının herhangi bir şeyi yönetip, yönlendireceğine, çeki düzen verip ortaya çıkaracağına kimse inanmıyor. Bir tiyatroda yer gösterici olarak çalışan Antonia, ünlü şef Mengelberg’in kendisine şeflik dersleri vermesini istiyor ama şef de dahil kimse bir kadın için kollarını oynatmak istemiyor. Film gerçek bir hikayeye dayanmasına ve duygusal sahneler barındırmasına rağmen film ajiteye izin vermeden, bir hayat hikayesini başarılı bir şekilde önümüze koymayı başarıyor.
Film, hayatta gösterilen azimler ve tercihler kadar cinsel yönden tercihleri de es geçmemeye özen göstermiş. Antonia’nın işsiz kalıp tesadüfen bulduğu ve piyano çalarak hayatını kazandığı işte en yakın arkadaşı olan Robin Jones’un istediği işi yapabilmek için kılık değiştirmiş olmasını şaşırarak öğreniyor, öte yandan kılık değiştirip kadın olarak sahne alan arkadaşının ise rahatlığını gözlemleme fırsatı buluyor. Yani kimisi inatla, kimisi de kılık değiştirerek var olmaya çalışıyor erkekler dünyasında! Hayaller dünyasında çok güçlü ve iradeli bir şekilde ilerleyen kahramanımızın özel hayatında ağır kırılmalar da yok değil. Kendisine kötü davranan annesinin üvey annesi olduğunu acı bir biçimde öğreniyor, aslında bir evlatlık olduğu gerçeği acı bir şekilde yüzüne vuruluyor. Aşık olduğu adamı ise pişman olsa da kariyeri için terk etmek zorunda kalıyor. Ülke değiştiriyor, aslında doğduğu ülke olan Hollanda’da kendisini yeniden var etmeye çalışıyor. Annesinin izini sürüyor. Yönetmen Maria Peters’in bunca olay örgüsü ve temponun altından iyi kalktığını düşünüyorum. Film izlerken bir yandan size aynı olaylar karşısında ben olsam ne yapardım sorusunu sordurtuyor, bir yandan da Antonia’nın dalgalı hayatında olacakları sıkı sıkıya takip etmemizi sağlıyor. Tabii film zaman zaman duygusal esler verip bizi yormuyor değil! Ama bu asla bir aşk filmi olarak değil, bir azim hikayesi olarak kafamızda şekilleniyor.
Antonia’ya hayat veren Christanne de Bruijn de gayet başarıyla, hayatına yön vermek için çabalayan bu kadını bize anlatmaya çabalıyor. Onca çabaya rağmen Antonia’nın bu maestro mesleğinde kalıcı olamadığını öğrenmek, hatta onca çabaya rağmen yüzyılın şefi listesinde adına yer verilmediğini öğrenmek üzücü oluyor. Her ne kadar beyhude bir uğraş gibi görünse de, Antonia’nın verdiği mücadeleye tanıklık etmek, müzik aşkına, azmine, hırs ve inadına kapılmak isteyenler için bu filmi öneririm. Film dekoru, sanatla dolu dolu geçen mekanlarıyla da bir hayli cazip bir seyirlik sunuyor.