Marvel evreninin romantik komedisi!
Yazar: Banu BozdemirTaika Waititi ve Jennifer Kaytin Robinson’ın birlikte yazdıkları Thor: Love and Thunder / Thor: Aşk ve Gök Gürültüsü özellikle de Waititi’nin serinin bir önceki filmi Ragnarok’u çektiğini düşündüğümüzde epey havada kalıyor. Ragnarok’tan hala hatırımızda kalan sahneleri kısaca hatırlamak da fayda var, zira bu bölümde ileriye taşınacak pek detay yok. Hulk ve Thor arasında yaşanan muhteşem çatışma ve sonrasında kurulan yeniden dostluk ile Cate Blanchett’in bir anda filmi saran kötü enerjisiyle ortaya çıkan Hela karakteri, Thor ve Valkyrie çatışması vs… Bu bölümde de müthiş Gorr the God Butcher performansıyla karşımıza çıkan Christian Bale’i yabana atmamak lazım gerçi…
Filmde bir şaka yapma hali her taraftan kafasını çıkarıyor ve elbette bir süre sonra seyircinin duygusunu epey aşağılara çekiyor. Bir de karakter gelişiminde sorunlar var. (Özellikle de kötü espri konusunda Jane Foster / Jodie Foster zirve yapmış olabilir)
Filmde elbette gidenler olduğu gibi kalanlar, yeni ve yeniden gelenler de var. Başından beri çok kayıplar veren Marvel karakterlerinin başında gelen Thor’un neredeyse bütün ailesini kaybettiğini söylemek mümkün, üvey kardeşi Loki bile ortalarda görünmedi. O kayıp Thor kadar seyirciyi de sarsan kayıplardan diyebiliriz.
Serinin bu bölümünde sevginin anlamı ve tanrıların uhrevi varlığı sorgulanıyor. Özellikle de kızını elinden alan Tanrılara kızgınlığı yansıyan Gorr The God Butcher ve Thor’un çatışması ön planda. Asgard’ın miniklerini kendi kızının intikamını almak için kaçıran Gorr ve Thor arasında yaşanan, özellikle çocukların da katıldığı dövüş sahnesi bu bölümün incisi olarak sıraya dizilebilir. Çocukların bazılarının Asgardlı olmadıklarını vurgulamaları daha geniş bir mesajı hedefliyor olabilir. Belki de mülteci olma kavramıyla özdeşleşecek bu kavram; vatanın toprak parçası olmasından çok bir arada olma fikriyle sıkça işlendiği için bu fikre kapıldım. Zira Asgard gezegeni filmin sonunda tüm bileşenleriyle çöküyor…
Tanrı ve kutsal kavramına tekrar bakacak olursak; Zeus’un ayaklar altına alınan itibari de filmin genel ironisinin içinde kaynayıp gidiyor. Zeus’a Russell Crowe hayat veriyor. Thor’un unutulmaz aşkı Jane Foster kayıp çekiçle (Mjölnir) beraber hikayede bitiveriyor. Hem de Mighty Thor olarak. Önceki bölümlerde vücuduna entegre olan gerçeklik taşı yüzünden dengesini kaybeden ve bu bölümde Thor’u şaşırtıcı bir biçimde kadın Thor olarak karşısına çıkan Jane; insan formuna geçtiğinde hastalığı tekrarlayan bir ölümlü. Thor evreninde ise Thor’u aratmayan bir Mighty Thor. Aradaki aşkın hatrına Thor bu şaşırtıcı detaya çok takılmıyor diyebiliriz. Eski çekicini kaptırmış olması da cabası!
Thor: Love and Thunder’a Thor’un kendini gerçekleştirme yolundaki uzun yolculuğu olarak bakarsak; başarılı diyebiliriz ama detayları kurcalarsak yani karakterler arasındaki kimyaya bakarsak bocalayan bir hikaye görüyoruz. Film Marvel evreninin ilk romantik komedisi bile olabilir ve bu anlamda baktığımızda kendi içindeki mecazi atmosferle iyi oynuyor. Ama bir yandan da daha kapsamlı bir Marvel evreni hikayesini ilerletme konusunda biraz beceriksiz duruyor. Christian Bale kesinlikle daha iyi bir potansiyelle karşımıza çıkabilirdi, kötücül kaynaklarla değil belki daha felsefi bir altyapıyla. İntikam hikayelerinin sürekli kavga gürültü, birbirine bir şey fırlatma, o kişiyi fırlatma şeklinde ilerlemesinden sıkılmadı mı bu evrenler?
Taika Waititi, Ragnarok’tan devraldığı görsel stili burada da bastırıyor, orada bir sorun yok ama mizahın suyunu çıkarmış diyebiliriz, hikayenin bu kadar mizahi olacak potansiyeli yoktu açıkçası ve havada kalan espriler yumağıyla bitirdik filmi.
Serinin son filmi olacağı söylentilerini çok kati bir dille reddeden Thor: Love and Thunder, kısa sürede yeni bir Thor evreninde bizi selamlayacağa benzer. Güçlü bir hikayenin filmin omurgası olduğunu unutmamaları dileğiyle…