Hesabım
    Merhaba Güzel Vatanım
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Merhaba Güzel Vatanım

    Yazı mecburen filme dair sürpriz bozan (spoiler) içerebilir…

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Son yıllarda artan örnekler olmasına rağmen yerli sinemamızda biyografik film örnekleri halen sayılı; hele ki edebi biyografiler. Doğal olarak bu türde yeni bir film çekileceği haberi geldiğinde, umutlanıyoruz; hatta mal bulmuş mağribi gibi seviniyoruz. Bu hafta vizyona giren Merhaba Güzel Vatanım da bir kez daha Nazım Hikmet’i beyazperdeye taşıyacağı, üstelik bu hikâyeyi, yine edebi bir kalemin, Ahmet Ümit’in hayatına dokunarak anlatacağı için meraklanmıştık...

    Filmin yönetmenliğini daha önce de belgesel yapımlarıyla tanıdığımız Cengiz Özkarabekir üstleniyor. Yönetmenin geçtiğimiz yıl çektiği, Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un köy enstitülerinin kurulması için verdiği mücadeleyi anlatan Yücel'in Çiçekleri filmini izlemiş, kurgu bir film için biraz didaktik bir üslubu olmasına rağmen filmi olumlu bulmuştum. Fakat Özkarabekir, belgeselci anlatım üslubunu Merhaba Güzel Vatanım’da iyice vurgulayarak kurgusal bir anlatıya ciddi zarar veren bir yöntem izliyor zannımca. Üstelik filmin senaristi olan Ahmet Ümit de bu işin ikinci ayağı.

    Zira hiçbir künyede yazmasa da Nazım Hikmet’in yanında filmin diğer başrolü de Ahmet Ümit’in bizzat kendisi. Doğru okudunuz, Ahmet Ümit’in gençliğini canlandıran oyuncu Serkan Altıntaş değil, Ahmet Ümit kendisi de kurgusal bir yapımda, anlatıcı olarak “Merhaba ben buradayım, bu benim hikayem, bakın iyi izleyin!” demek için perdedeki yerini alıyor. Dahası filmin zaten bir anlatıcısı (Nazım Hikmet) varken -ki o bile zaman zaman fazla geliyor-, Ahmet Ümit’in bir değil iki değil, sürekli araya girerek ikinci bir anlatıcılığa soyunması seyircinin filmle olan tüm bağını, karakterle oluşturduğu olası özdeşliği acımasızca baltalıyor. Filmin künyesine bakıyorsunuz, bu bir belgesel değil; biyografik dram olarak tanımlanıyor ama perdede ne seyrettiğimiz maalesef oldukça muğlak. Bunun yönetmen ve senaristin ortak kararı ve bilinçli tercihi olduğunu düşünmeden edemiyor insan; çünkü, ortak yapımcılar da bizzat yine kendileri. Bu noktada, filmin finalinin de insanı şaşırtan bir kibir ve reklamla bağlandığını da ekleyelim.  

    Öte yandan, keşke filmin tek kusuru sadece bu anlatım üslubu ya da bol bol parçalanmış senaryo yapısı olsaydı. 2007 tarihli ve eleştirilse de o dönemin biyografik yapımları açısından önemli bir örnek olan Mavi Gözlü Dev’den sonra, bir kez daha Nazım Hikmet’i canlandırma fırsatı yakalayan Yetkin Dikinciler, bu filmde ne yapsa, ‘ortamı’ kurtarmaya yetmiyor. Çünkü o bildiği, tanıdığı, daha önce çalıştığı Nazım’ı oynuyor; Serkan Altıntaş ise Ahmet Ümit’in gençliğinde bambaşka bir telden çalıyor. Kadın oyuncuların, karakter olarak esemesi neredeyse okunmuyor, çünkü onlara biçilen fazla bir rol yok; Nazım’ın bir zamanlar âşık olduğu kadınlar olmak dışında işlevsizler; senaryo böyleyken oyuncular ne yapsın!

    50 yaşındaki Nazım ile 22 yaşındaki Nazım’ın aynı yüz hatlarına sahip olması gibi göze batan teknik sıkıntılar ve diğer birtakım maddi hatalar ise bu yazının sınırlarını iyice aşıyor.

    Ez cümle Merhaba Güzel Vatanım, Ahmet Ümit’in hayatını merak eden ya da Nazım’a olan sevgisiyle bilet alacak seyirciyi tatmin eder mi, bilemiyoruz ama ‘sinema filmi’ örneği olarak bizim açımızdan hayal kırıklığı. Keşke bu orijinal hayat hikayesi, bambaşka bir anlatım üslubuyla ve hikâye sahibi filmin içinde olmadan, dışarıdan bir gözle ele alınsaydı...

    Twitter.com/duygukocabayli

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top