Blues’un politik ruhu!
Yazar: Banu BozdemirMa Rainey’s Black Bottom, filmi Blues’un Anası olarak bilinen Ma Rainey’nin klasikleşmiş şarkısının adı. Blues deyince acıyla yoğrulmuş gırtlaklardan çıkan ezgiler akla gelir ve akan sular durur. Film tam da böyle görsel bir müzik ziyafeti sunacakmış gibi başlasa da hiç öyle devam etmiyor… Film bir tiyatro oyunundan sinemaya uyarlandığı için, yoğun diyaloglu, az mekanlı ve çokça felsefe içeren tiyatrovari bir altyapıya sahip. August Wilson’un 1982 yılında yazdığı ve 1984 yılında sahneye konan oyunundan aktarıldığı için bir biyografi filmden oldukça farklı. Ma Rainey ve saz arkadaşlarının tek günü de diyebiliriz. Afro-Amerikalı olmanın zorluklarına çentik atan ama yine de Blues ruhunu ortaya koyan bir yapısı da var. Yönetmen C. Wolfe’un da filmin anlatıya dayalı olması işine gelmiş gibi duruyor, bir mekanın duvarları içerisinde yankılanan ve fazla dışarı çıkmayan sesler hem filmin ruhunu hem de dönemin ruhunu sarıp sarmalıyor.
Filmde iki karakter öne çıkıyor. Birisi Ma Rainey, diğer, ise trompetçi Levee. İkisi de zamanın jargonu içerisinde aykırı, dediğim dedik kişilikler. Hatta kendi aralarındaki çatışmaları sahnede bile belli oluyor. Ma Rainey tüm benliğiyle sahneyi doldurmuşken; Levee trompetiyle öne fırlıyor ve bir an olsun dikkatleri üzerine çekmek istiyor. Zaten Levee filmin sonraki sahnelerinde de kaderine razı bir siyahi olmayacağının altını sözleriyle çiziyor, orkestra arkadaşlarıyla sürekli çatışıyor. Yeni ayakkabıları, besteleri, flörtöz tavırları, inançsızlığı ve empoze etmeye çalıştığı fikirleriyle siyahilerin kaderine isyan eder gibi dursa da, aslında tek düşündüğünün kendi hayatı ve kariyeri olduğunu anlıyoruz, yanı ondan bir kitlesellik beklenemez!
Ma Rainey ise kariyerindeki önlenemez yükselişin farkında, beyazların plak şirketinde söz sahibi olabilmesinin avantajlarını ufak tefek durumlarla kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Kekeme yeğenine şarkıların anonsunu yaptırırken, kola gelene kadar kayda başlamıyor. O da onun bu dünyadan alabildiği küçük intikamlar… Filmin tamamı beyazlarla siyahlar arasında yaşanan gerilime, ayrıma odaklı ama öne çıkan fotoğraflar da yok değil. Ma Rainey’in yeğeni ve şoförünü kola aldırmaya gönderdiği bakkaldaki herkesin beyaz olması ve bakışların bu iki siyahinin üzerinde kilitlenmesi mesela… Ya da Vadedilen Topraklar’a çalışmaları için çağrılan siyahilerin sevinci… Ma Rainey gelene kadar orkestranın tuvaleti bile kapatılan alt katta prova yapmaları ırkçılığa dair izler aramak için yanlış yerler değil. Kendi aralarında bile yaşanan ast üst durumu. Diğer orkestra elemanları bunu yadırgamazken; Levee yadırgıyor ve bu durumdan kurtulmak, bu durumu kabul etmemek üzerine orkestra arkadaşlarına adeta vaaz veriyor. Ve bu vaaz verme hali film içerisinde biraz tekrarlı bir hale dönüşüyor, bu da filmi didaktik bir hale dönüşmekten kurtaramıyor. Ama söylemleri önemli bir yapım, politik bir altyapı barındırıyor o yüzden.
Ma Rainey kayıtlarını tamamlayıp ortamı terk ettiğinde filmin trajik anlarından biri de vuku buluyor, onun altyapısı belki de film boyunca gösterilen siyahilere yönelik tavırlara bağlanabilir. Levee kendisine yapılan her şeyin acısını, söylemlerinin altyapısını ufak bir bahaneyle sonlandırıyor!
Filmde Viola Davis ve geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Chadwick Boseman’ın performansları öne çıkıyor. Zaten filmin iki damarını tutan Ma Rainey ve Levee’e hayat veriyorlar ve haliyle iyiler. Film blues sevenler ve sevmeyenler için de benzer etkiyi yaratacağa benzer. Yani didaktik gibi duran ama ortadaki sahneyi boş bırakmayan, ırkçılığı yoğun olarak yaşayan Amerika’nın bir kesitini biraz daha geriden, içsel ve kendi içindeki hesaplaşmalarla anlatmaya daha hevesli bir film karşımızdaki… Uzun uzadıya anlatılmadığı için de süreyi doğru kullanıyorsunuz…