80'lerde Aşk Başkadır
Yazar: Onur KırşavoğluSon yılların en üretken sinemacılarından biri olan ve hem festivalleri, hem de vizyonu sıklıkla ziyaret eden Francois Ozon’un son filmi “Été 85 (85 Yazı), önce 39. İstanbul Film Festivali kapsamında gerçekleşen Filmekimi Galaları’nda yer aldı, şimdi de genel gösterimiyle karşımıza çıkıyor. Senaryosunu da Ozon’un kaleme aldığı ve Aidan Chambers’ın “Dance on My Grave” adlı romanından uyarladığı filmin başlıca rollerinde genç yetenekler Felix Lefebvre, Benjamin Voisin, Phillipine Velge ve İtalya’nın yakın dönemdeki en iyi oyuncularından biri olan Valeria Bruni Tedeschi yer alıyor. Ozon’un boş durmadığını ve yeni filminin çalışmalarına başladığını da belirtelim ve filmimize geçelim.
Kışkırtıcı ve cesur filmlere imza atan Ozon için bu film biraz ilk yıllarına dönüş anlamı taşıyor. Her detayıyla ilk döneminden izler bulmak mümkün. Elbette, bundan keyif alanlar kadar, ilk yıllarının bir kolajını yaptığını düşünüp, vasat bulanlar da çok olacaktır ama her yönetmenin bir tarzı ve o tarzın, vasat bile olsa seveni muhakkak var. Hal böyle olunca, salondan keyifle ayrılan izleyici sayısı da azımsanmayacak kadar çok olacaktır. Belki de eksiklik, ilk dönem filmleri kadar derin bir anlatıma sahip olmaması, söylemlerin yer yer basit kalması ve yan karakterlerin görece zayıf olmasından kaynaklanıyor. Buradan bakınca ilk yıllarının zayıf bir tekrarı gibi görülebilir ama filmin, böyle düşünmememizi sağlayacak olumlu yanları da az değil.
Filmin başında, ana karakterimiz finalde ne olacağını, bizi nereye götüreceğini söylüyor ama bunun nasıl olacağına dair ipucu vermiyor ve hepimizi akışa bırakıyor. Bu da bir aşk filmi için, artı bonus olarak değerlendirebileceğimiz gerilim ve merak unsurunu beraberinde getiriyor. Olayın bahsedilen noktaya nasıl geldiği, kimin başına geldiği, karakterimizin finale giden yolda neler yaşadığı ve bir aşkın oluşumu gibi sorular izleyici için konsantrasyonu sağlayıcı güzel ekstralar olarak filmde yer alıyor. Bir yaz aşkı hikayesinin, Call Me by Your Name’le benzerlikler taşıdığı noktadan yön değiştirip gerilime de göz kırpması ve bunun gayet güzel adapte edilmesi başarılı olduğu noktalardan biri. Tabii gerilim derken daha ziyade az evvel de bahsettiğim merak unsuru ve olayın gizeminden bahsediyorum. Ozon, hikayenin bu evrelerini 80’ler atmosferiyle de keyifli bir şekilde harmanlayınca en azında hoşnut bir sonuç veren bir film izleyicileri karşılamış oluyor.
Ozon, 80’li yıllar atmosferini kurmak için Super 16 çekim tekniğini kullanıyor ve bu konuda o kadar başarılı ki, film güzel bir 80’ler atmosferi kurmaktan ziyade, sanki direkt 80’li yıllardan kalmış gibi bir hava veriyor. Bu da filmi sanki 30 yıl sonra sinemada yeniden izleme şansı elde etmişiz gibi görünüyor. Elbette kostümler, saç ve makyaj tasarımları, prodüksiyon tasarımı ve harika müzikler bu atmosferi en üst seviyeye çıkarıyor. Hikayeyi beğenmesek, vasat bulsak bile 80’li yıllara gidip gelmek garanti diyebileceğim bir teknik başarı söz konusu. Tabii haksızlık yapmayalım, bu anlamda, olumlu yanlarını sadece teknik beceriden aldığını söylersek hata yapmış oluruz. Ozon, filmi bir büyüme hikayesi olarak da ele aldığımızda, kendini keşfetme sürecinin tanıdık virajları ve o dönemin bakış açılarıyla bu hissiyatı daha sağlam vermeye çalışıyor ve bu çabasında başarılı olduğunu söylemek mümkün.
Büyüme, ergenlik, 80’ler, aile baskısı…Tüm bunların ışığında iki genç erkeğin aşkı söz konusu. Bu noktada daha yakın bulduğumuz karakter ise Alex. Eşcinsel akrabalarını hiç sevmeyen bir babayla, şiirsel açıdan destekleyici bir öğretmen arasında kimliğini tanımaya ve aşkı yaşamaya çalışan bir karakter. Sonra karşısına “ruh ikizi” çıkıyor ve onunla geçirdiği çok kısa sürede her şeyi anlamaya başlıyor. Hatta yanlışlarını bile… Kendi ailesinin gelenekçiliğiyle yeni arkadaşının “modern” ebeveyni arasında bambaşka bir dünya buluyor. Belki de her şeyi bulduğunu zannediyor!
Ozon, iki erkek arasında yaşananlar için bilinçli bir şekilde “aşk” kelimesini hiç kullanmıyor. Hatta çiftin kavgalarında ya da en romantik anlarında bile birbirlerine söyledikleri sözcüklerin içinde hiç aşk geçmiyor. Birbirlerinin ruh ikizi olduklarından, en iyi arkadaş statüsünde bir ilişki yaşandığından ve kısa sürede hayattaki en yakın insan konumuna gelmelerinden bahsediyorlar. Bu sözler sürekli tekrarlanırken aşk ve sevgililik kavramları dillendirilmiyor. Bu kelimelerin geçmemesi elbette Ozon'un bilinçli tercihi ve bir bakış açısını ifade ediyor. Belki de, kendilerini ve birbirlerini keşfeden iki genç erkeğin durumu sadece "aşk"la betimlenemez ya da zannettikleri şey aşktan ziyade hayatı ilk kez gerçekten kavrayışları. Dünyayı, kendini ve hatta her şeyi anlamanın yolu böyle büyük bir histen geçiyor ve bu hisse salt bir “aşk” demek, hatta yaz aşkı demek haksızlık olabilir. Elbette bu hisler yoğun yaşanırken gelen kayıp, büyük bir yıkım getiriyor. Ozon, yıkım sonrası için güzel betimlemeler ve sahneler ortaya koyuyor. O çaresizliği ve ne yapacağını bilmezliği etkileyici sahnelerle aktarıyor ve filmin en önemli anlarını oluşturuyor. Bunların başında da mezarlıkta dans sahnesi geliyor. Romana da adını veren bu sahne, bütün yaşananların dışavurumu şeklinde harika bir final sağlıyor.
Filmi bolca övdükten sonra olumsuz yönlerini de biraz açalım; Söylemler ve manevralar oldukça basit ve Ozon’un ilk yıllarının kopyalanması gibi. İlk filmini çeken ve Ozon’a özenen bir genç sinemacı yapsa anlaşılabilecek hatalar ve basitlikler fazlasıyla mevcut. Finaldeki tahmin edilebilen kısır döngü ve “yaşamın doğası bunu gerektirir” gibi bir mesaj da sanki fazlasıyla demode kalıyor. Film, bir durak önce finalini yapsa, muhtemelen çok daha güçlü bir etki bırakabilirdi. Bazı yan karakterlerin havada kalışı ve arka planlarının olmayışı da ayrı bir puan düşürücü detay. Özellikle Kate karakteri, sanki senaryoda diğer düşünülen gelişmelerin gerçekleşmesi için zorla eklenmiş gibi son derece yapay duruyor. Kıskançlık ve devamında gelişen olayların meşrulaşması için böyle bir ihtiyaç vardı ve Kate bu sebeple adapte edilmiş gibiydi. Gerçi böyle bakınca, bu durumu başarılı bulanlar da olabilir ama benim nazarımda bunlar filmin zayıf yanları olarak değerlendirilebilecek manevralardı.
Yakın geçmişte örnekleri çoğalan, yaz aşkı temalı filmlere keyifli bir tanesi daha eklenmiş oldu. 80’li yılların atmosferi ve müzikleri de özellikle o döneme yetişen herkesi fazlasıyla memnun edecek. Ozon, hikaye içerisinde güzel anlara imza atmış ama filmin derinlikten uzak yanları ve bahsettiğim zayıf noktaları totalde biraz irtifa kaybettiriyor. Yine de merak unsuruyla, etkileyici sahneleriyle ve elbette aşk tasviriyle salondan memnun ayrılmayı sağlayacaktır.