Sistem eleştirisi yapmanın belki de en konforlu tarafı, kendimizi o eleştiriden muaf tutabilme rahatlığıdır.
Sistemi besleyen unsurlar,bundan nemalananlar ve mağdurlar yerli yerine konulur ondan sonra bu ilüzyonda yerimizi tanımlamamıza gerek bile kalmaz.
Çünkü sistem dediğimiz bu çark o kadar büyük ve kapsayıcıdır ki bizim hangi safta olduğumuzun hiç bir önemi yoktur.
Ve bu düzende kendimizi konumlandırmanın biraz da ağzımızın tadını kaçırmak olduğunu hepimiz biliriz.
Ya o sistemi besleyenlerden,menfaat elde edenlerden,zaaflarıyla bir kere bile yüzleşmeyenlerdensek?
Uyuşukluk veren,bağımlılık oluşturan,bizi kollarımızdan kelepçeleyen maddelerin aslında büyük,uluslararası bir lobi ağı olduğunu sanırım bilmeyenimiz ya da tahmin etmeyenemiz yok.
Sistemin damarlarında dolaştırdıkları o kara parayı kimi zaman bir terör örgütün silahına mermi,kimi zaman uluslararası siyaseti etkileyen bir siyasetçinin arkasında güç olarak kullananların kötülüğü konusunda da sanırım hepimiz hemfikiriz.
Peki ama ya bu dolaşan parayı bilerek isteyerek o damarlara sokan bizlerin sorumluluğu?
Sadece sağlık açısından bakılmayacak kadar büyük bir köleleştirmenin kucağında olduğumuzu itiraf etmenin zamanı gelmedi mi?
Bu sisteme karşı olduğunu söylediğimiz her muhabetin vazgeçilmezi sigaranın,ayık kafayla katlanılması mümkün olmayan bu dünyayı, tolere edebilmek için kullanılan her uyuşturucunun parasının aslında bu kısır döngüde hareketlendiğini görmeyecek miyiz?
Hollywood’un kendine özgü yönetmenlerinden Soderberg,Erin Brockovich filmiyle başladığı (o da bir başka anlatılamayan konudur) 2000 yılını, Traffic filmiyle bitirirken hem bu kadar kapsamlı anlatılamayan bir konuyu avucunun içine alıyor hem de uzun zamandır hakettiği Oscar heykelciğini kucaklamayı başarıyor.
Amerika ve Meksika sınırında devam eden uyuşturcu çarkını iki tarafında damarlarında gezerek anlatmayı başaran yönetmen,büyük resme bakarken,bu uğurda yok olan ailelerin göz yaşlarını da görmemezlikten gelmiyor.
Amerika’da uyuşturcu ile mücadele görevine getirilen savcının kızı ile olan imtihanı,Meksika’da işadamı zannettiği kocasının aslında bir uyuşturucu baronu olduğunu öğrenen kadının değişen karakteri,Meksika’nın en büyük uyuşturucu çetesini yakalamayı kendine görev edinen polisin aslında başka bir uyuşturucu değirmenine su taşıdığının farketmesi,Soderberg’in usta kamerasından ekranlara yansıyor.
Değişen konuları ve ülkeleri anlatırken seçtiği fon renkleri bile nasıl farklı bir filmin içinde olduğumuzun görsel işaretleri gibi.
Sonuç olarak karşımızda çok iyi kotarılmış,emek harcanmış ve hakkını da almış bir film duruyor.
İzlemeden geçmeyin derim.