Beklentilerde Tutsak!
Yazar: Onur ÇakmakThe Sixth Sense (Altıncı His/1999), Signs (İşaretler/2002) ve The Village (Köy/2004) filmleriyle kendi şöhretini ve sinemasının temellerini oluşturan yönetmen M.Night Shyamalan’ın son hikayesi de hepimizin iyi bildiği, yukarıda ismini andığım filmlerde yaptığı gibi; doğanın temsiliyle veya metafizik unsurlarla beslenen, bol sürprizli, korku janrasından baharatlar serpiştirilmiş başka bir gizemli olaylar silsilesinin etrafında örülmüş. Shyamalan ismi ve bu giriş çoğu izleyiciye, uzun süredir içinden geçtiğimiz kurak iklimin de etkisiyle, beklentiyi yükseltmek için gayet yeterli gelebilir.
Old (Zamanda Tutsak), tatil için popüler bir işletmeyi tercih eden bir çekirdek ailenin ve beraberindeki bir grup insanın, işletme tarafından ıssız bir koya yönlendirilmesi akabinde, bu küçük koyda başlarına gelen zaman merkezli garip olaylara odaklanıyor. Senaryosu Pierre Oscar Levy ve Frederik Peeters’in Fransızca yayınlanan grafik romanı “Sandcastle”den uyarlanmış. Oyuncu kadrosunda filmi taşıyan grupta, odaktaki ailenin evli çifti Guy (Gael Garcia Bernal), Prisca (Vicky Krieps); güzellik takıntılı Chrystal (Abbey Lee) ve mental sorunları olan cerrah eşi Charles (Rufus Sewell) ve epilepsi hastası psikolog Patricia (Nikki Amuka-Bird) öne çıkıyor. Cast’a detaylı baktığımızda farklı etnisitelere sahip oyuncuları ve bu durumun filme taşıdığı farklı aksanları görüyoruz.
Bu iki çiftin ve çocuklarının, zamanın normalden çok daha hızlı aktığını; durmaksızın yaşlandıklarını, yaraların hemen iyileştiğini, kırıkların hemen kaynadığını fark ettikleri koyda, kendilerini buraya yönlendiren işletme sahibinin arkasında sakladığı başka bir oluşumun varlığını anlıyoruz. Tatile gelenler arasından, belli bir hastalığa veya özel duruma sahip olan insanları seçip denek olarak kullanan bu oluşum, Lost (2004) dizisindeki Dharma Initiative’i (Dharma Girişimi) hatırlatıyor. Dizide kurulan gizemli ve mistik havayı deneyimleyemedim, bunu biraz Lost’un uzun soluklu bir iş oluşuna ama çoğunlukla da Old’un anlatısını iyice faş eden, karakterlerinin üzerinde eğreti duran zayıf diyaloglarına bağlıyorum. Örneğin Maddox’un (Thomasin McKenzie) filmin ikinci yarısındaki monologda izleyiciye nasıl bir mesaj vermeye çalıştığını gerçekten anlayamadım. Aynı şekilde diğer yetişkin ana karakterlerin de düştükleri son derece olağandışı bir durumda, birbirleriyle olan iletişimleri, kafamda olay gerçekten yaşanmış olsaydı kıyasına girdiğimde hiç doğal gelmedi. Ayrıca karakterlerin kendi hikayeleri de, iki tanesi dışında, olay örgüsünden bağımsız bir şekilde başlayıp bitiyor. Yani yönetmen bir noktada “biz şimdi bunu neden biliyoruz?” diye sorgulatıyor. Hatta daha garibi, bir tanesinin (Büyükanne) sonradan varlığını ve yokluğunu dahi unutturuyor. Senaryonun ve senaryo kullanımının böylesi bağlayıcı ve taşıyıcı olduğu filmlerde oyunculuklara fazla söz düşmediğini ve bu olumsuzlukların ışığında değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Shyamalan’ın Old’da da olduğu gibi kendi filmlerinde görünme (Cameo) geleneği dışında, Hitchcock sinemasına ne derece öykündüğü ve başardığı tartışılır fakat o seviye bir sürükleyiciliği Old özelinde yakalayamadığı aşikar, çünkü buna ulaşmak için denediği yollar ziyadesiyle özensiz. Yer yer hikayenin neredeyse kara mizaha doğru evrildiği anlar dahi vardı. Buna sebep olarak tüm karakterleri küçük bir çocuğun sorduğu soru sayesinde bizlere tanıtma kararı, olayların geçtiği yerin küçük ve çok sınırlı olması, karakterlerin mekandan hiç beslenmemesi gibi şeyler sayılabilir.
Old’u ilk bakışta benim için diğer işlerinden ayıran neredeyse tamamen “aydınlık” bir atmosferde geçiyor oluşuydu. Fragmanı da oldukça çekici gelmişti. Başlarken de bu yüzden umutlu başlamıştım. Ancak üzülerek filmin beni yalnızca salonlara geri döndürmek için bir vesile olmaktan öte gidemediğini tekrar vurgulayabilirim.
Shyamalan için belki alışılmışın dışında bir şey görülmüyordur fakat ortalama üstü/iyi bir hikayenin gerçekten ulaşılmaz ve fazla iddialı şekilde işlendiğini hissettim. Bilimkurguya meyleden bir senaryoda, akış içerisinde, izleyicinin aklına neden-sonuç ilişkisini kurabileceği vakti veriyorsanız, çok kuvvetli mistik bir ambiyans oluşturmalısınız gibi geliyor. Film, üzerine inşa edildiği olayı yukarıda saydığım sebeplerden dolayı çok basitleştirmiş ve deyim yerindeyse boyasını akıtmış, aslında salonu sarıp sarmalaması gereken gerilimli sahnelerde bile bunu unutamıyorsunuz. Günün sonunda nazarımda Shyamalan’ın kredisinden yediğini; yalnızca seçilen mekanın, dekorun ve sinematografinin sınıfı geçtiği ve bu öğelerin ne olursa olsun 1 saat 48 dakika boyunca perdeye bakmak için asgari çekiciliğe sahip olduklarını düşünüyorum.