Sorunlarla Dolu Bir Film
Yazar: Onur KırşavoğluBazı oyuncular, en iyi performanslarının gölgesinde kalır ve üzerlerine yapışan o performansları yüzünden kariyerlerinde sorun bile yaşayabilirler. Rosamund Pike gibileriyse, bunu bir avantaja dönüştürür ve sevilen performansa benzer bir rolle geri dönüp, kaldığı yerden devam etme hissini izleyiciye aktarır. İşte, Pike’ın “I Care a Lot” filminde kendi için tam olarak başardığı bu. Gone Girl filmindeki Oscar adayı performansına çok benzeyen, zeki, korkusuz ve güçlü karakter figürüyle, neredeyse aynı bakışlarla yine karşımızda ve biz onu bu haliyle görmeyi gerçekten özlemişiz. Pike, J Blakeson’ın son filminde, yaşlı insanlara birer av gözüyle bakan, sistemli bir yöntemle onların mal varlığına el koyan, yasal vasi Marla Grayson olarak karşımıza çıktı. Netflix yapımı filmde ona Eiza Gonzalez, Dianne Wiest, Chris Messina ve Peter Dinklage eşlik ediyor.
Son dönemde, #metoo hareketi birçok filmi ve sektörü hak ettiği üzere etkilemiş durumda. Yakın zamanda Promising Young Woman gibi (bazı sorunları olsa da) önemli ve değerini bulan örnekleri de çoğalmaya başladı ama bu durum her zaman olumlu sonuç vermeyebiliyor. I Care a Lot, bu anlamda derdini en anlatamayan, bakışı en kabul edilemez yerden kuran ve söylemleri en eğreti şekilde senaryosuna dahil eden filmlerden biri olmuş. Sanki, suç türünde bir hikaye yazılmış da sonradan #metoo hareketi akıllara gelip, senaryoya dahil edilmiş gibi. Neredeyse daha ilk sahnede, Marla karakterinin karşısına çıkan bir erkekle olan diyalog bile bunu gözler önüne seriyor. Yani eğreti duran ve hikayeye zorlama eklenmiş hissi veren söylemler daha filmin en başında kendini gösteriyor. Bu meseleye bu denli basit ve zorlama bakmak yetmezmiş gibi, senaryo ilerledikçe benzer şekilde manevralar ve diyaloglar görüyor, aynı hissiyatı tekrar tekrar yaşıyoruz. Kaldı ki bu mücadeleyi ve güçlü kadın figürünü, yaşlı insanları (özellikle kadınları) kandırıp, bütün mal varlıklarına konan bir dolandırıcıdan görmek de ziyadesiyle “saygısız” duruyor. Karakterin, geçmişi hakkında da yeterli bir veri olmayınca oldukça karikatürize kalıyor.
Bu konu dışında, iki ana karakter üzerinden yaratılan çatışmaya gelelim. Bir yanda bir dolandırıcı var ve hayatta güçlü olmanın ve başarmanın cesur olmaktan geçtiğine inanıyor. Diğer yanda da hayatında en çok annesini seven ve onun için her şeyi yapabilecek bir adam var ama bir mafya lideri. İki karakterin de iyi ve kötü yanları var ama sonuç hanesinde ikisi için de rahatlıkla “kötü” diyebiliriz. Filmin ender olumlu yanlarından biri, sürekli taraf değiştirdiğimiz, iki karakter arasında oynanan kedi fare oyunu. Dinamik bir şekilde ekrana yansıyan, yer yer eğlendiren ve heyecanı / gerilimi sürekli zinde tutan bir tempo bizi karşılıyor. Uzunca bir süre “kötüler” arasında bir seçim yapmamızı istiyor yönetmen ve biz bunu yaparken o, işi sisteme bırakıyor ve finalde bizim bir taraf olmamıza gerek kalmayacak bir sonuca götürüyor hikayeyi. Bu anlamda, salt aksiyon ya da eğlence arayan izleyiciler için, kısmi hatalar finalle birlikte biraz toparlanmış oluyor.
Aksiyon kısmındaki hataları biraz daha açmak gerekirse; öncelikle, mantık hataları ve senaryodaki komik bile olmayan manevralar filme epey zarar veriyor. Bu noktada, filmin kendini ciddiye almadığını düşünüp, bu tercihlerini sevmek mümkün ama bunu yaparsak da özellikle kadın hareketi üzerinden vermeye çalıştığı mesajlar daha da kötü bir bağlama oturuyor. Tersi düşüncede, mesajların ciddiyeti ve senaryonun matematiği devreye girerse de bu basit mantık hataları ve beceriksiz karakterler filmi yerle bir edecek kadar göze batıyor. Tüm bunlara rağmen, iyi ayarlanan tempo, Pike’ın oyunculuğu ve seyirci dostu olan seyirlik film özelliklerinin bolluğu sıkılmadan iki saat geçirmeyi kolaylaştırıyor.
Filmin bir diğer derdi de güçlü olanın, cesur olanın kazanacağı vurgusu ama tıpkı güçlü kadın söylemlerinde olduğu gibi burada da büyük sorunlar var. Kurtlar kuzular, aldatanlar aldatılanlar ve benzeri ifadelerle insanların ikiye ayrıldığını söyleyen Blakeson, ülkemizde sıkça duyduğumuz “bu kadar keriz varken, dolandırılmayı hak ediyorlar” tarzı bir sığ sonucu neredeyse haz vererek düşündürüyor. Güçlü kadın profilini, çekicilik ve zekilik üzerinden adeta “güzelliğini kullan” gibi kabul edilemez bir zemine oturtuyor. Bunu yapmak istemese bile (varsayımsal olarak) kesinlikle hissettirdiği şey bu oluyor. Kısacası, aksiyonuyla, eğlencesiyle ve hiç sıkmayan temposuyla iyi bir komedi/suç filmi olma potansiyeli barındıran film, bakışı ve zorlama söylemleriyle bir o kadar yere çakılıyor. Bir de senaryo zaafları eklenince macerasını vasat ya da vasatın bir tık üstü bir yerde bitiriyor.