En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
Turgay Buğdacigil
Takipçi
2.097 değerlendirmeler
Takip Et!
4,0
3 Mayıs 2021 tarihinde eklendi
Senaryosunu da aynı isimli kendi tiyatro oyunundan (2012) uyarlayarak Christopher Hampton ile beraber yazan yönetmen koltuğundaki Florian Zeller'ın ilk (debut) uzun metrajlı sinema filmi olan "The Father", altışar kategorideki Academy ve BAFTA Ödülü adaylıklarıyla resmen göz kamaştırıyor...
Özellikle de baba - kız Anthony ve Anne karakterlerini canlandıran Anthony Hopkins ve Olivia Colman'ın performansları ile birbirini izleyen benzer sahneler arasındaki dikkat çekici mükemmellikteki dokundurmadan yapılan "tampon tampona" geçişlere imza atmış olan editör Yorgos Lamprinos'un çıkarttığı işi görünce, sinemaya sağlam bir başlangıç yapmış olan Zeller'ın, ne kadar şanslı bir adam olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz...
Gelin isterseniz, Anthony kadar izlerken sizlerinde akıllarınızın iyice karışacağını tahmin ettiğimiz filmin hikayesine biraz daha yakından bakalım...
Kızı Anne, kulaklık ile (sıklıkla kulakların pasını silen nefasetteki) müzik(ler) dinleyen babası Anthony'nin evine gelerek kendisine, hakaret ederek fiziksel tehditler de savurduğu bakıcısı Angela'nın çok üzgün olduğunu ve işi bıraktığını söyler...
Bu ithamların hiç birini kabul etmeyen Anthony, bir de evinde istemediği o kadının kendi kol saatini çaldığını da iddia eder...
Ama aslında olan tek şey, demansın esir aldığı Anthony'in zihinsel berraklığını büsbütün yitirmiş olmasıdır...
Ki saatini, evin içinde bizzat kendisi bulur da zaten...
Ancak asıl önemli husus, kızı Anne'in yeni tanıştığı bir Fransız için Londra'dan Paris'e taşınacak olmasıdır...
Bu durumda Anne'e göre Anthony ya yeni bir bakıcı ile birlikte kendi evinde yaşamaya devam edecektir ya da söylemez fakat o an, Anthony dahil herkes anlar ki, doğrudan bir yaşlı bakım evine gönderilecektir...
Lütfen yorumumuzdaki bu son satırları aklınızın bir köşesine not edin...
Neyse devam edelim...
Kapıdan gelen bir tıkırtıyı duyan Anthony, evi şöyle bir dolaştığında salonda oturmakta olan ve ardından da kızının on yıllık kocası olduğunu ifade eden Paul (Mark Gatiss) ile karşılaşır...
Karşılaşır karşılaşmasına da kim olduğunu çıkartamaz...
Üstelik bu Paul, Anne'in Paris'e gidecek olduğundan da haberdar değildir...
Yani şaşırma sırası Anthony'dedir...
Daha bitmedi...
"Turpun büyüğü" sonradan gelecek olsa da biz, her ne kadar kendisi farkında olmasa da şimdi yaşamakta olduğu mekanın, kendisinin değil kızının evi olduğunu belirtmekle yetinelim...
Derken kapı açılır ve kızı da damlar ama bu Anne (Olivia Williams) birkaç gün önce gördüğü Anne (Olivia Colman) değil bir başkasıdır...
Bakım evine kapatılma korkusu nedeniyle yapacağı tek şey bozuntuya vermemektir...
Vermez vermesine de işler daha da karışır...
Zira biraz önce gözleriyle gördüğü Paul adındaki, Anne'in elindeki tavuk poşetini alarak mutfağa götüren kocası evde bulunmadığı gibi kızı Anne'de beş yıl önce boşanmıştır...
Haydi çık bakalım çıkabilirsen bu kaybolduğun labirentin içinden...
Artık hem Anthony ve hem de izleyici açısından her şey birbirine girmiş gibidir...
Ve kimliğinde şok bir sürprizi barındıran yeni bakıcı kız Laura'da (Imogen Poots) işe alınır...
Akşama ilk kez gördüğü ve her seferinde kendisinden hazzetmediğini açıkça belli eden Anne'in kocası Paul'de (Rufus Sewell) eve gelir...
Tabii yine çaktırmaz hatta bu kez bu kim diye sormaz da Anthony...
Dakika 39...
Haklısınız, bizde farkındayız mevzunun, içinde her çeşit sebzenin bulunduğu yaz türlüsüne döndüğünün...
Biraz dişinizi sıkarsanız, normal bir insanın asla kabullenemeyeceğini bildiğimiz bir "fiziki darp" olayın yanı sıra baş döndürücü bir tempo bekliyor olacak Fransız - İngiliz ortak yapımı bu bağımsız (indie) filmde sizleri...
Filmin en iyi özelliği neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlıyamamız . Oyunculuklar çok iyi. Duygu sömürüsü yapmadan anlattıkları için film level atlamış. Herkese öneririm.
Sadece yılın değil 2020-2021 dâhil en iyi film senaryosu basit olsada oyunculukları o kadar iyiki sıkılmadan gidiyor çok bahsedecek bir şey yok harika harika harika harika
Bu filmde insanı en şaşırtan şey Antony Hopkins'in rolü, belki de. Ona bakarken daima Kuzuların Sessizliği aklınıza geliyorsa, sanki bir anda burada da değişecek, o aciz ve kırılgan rolden çıkacak, haşin biri olacak sanıyorsunuz, bekliyorsunuz; ama olmuyor. Film aslında bu unsurla da bizim gerçeklik algımızla oynamıyor mu? Bence oynuyor. Bize alıştığımız birini alışmadığımız bir şekilde sunuyor ve "buna inan" diyor. Biz inanıyor muyuz? Ben inanmış gibi yaptım, itiraf etmeliyim.
Filmde beni tek rahatsız eden şey süre idi. İdeal olanı 60 dakikada anlatılacak bir senaryonun 98 dakika olması beni rahatsız etti.
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.