Kilit altına alınmış büyülü bir aşk
Yazar: Duygu KocabaylıoğluYazı filme dair mecburi sürprizbozan/spoiler içermektedir.
Sinemamızın nevi şahsına münhasır sinemacısı Ümit Ünal’ın Aşk, Büyü vs. filmini nihayet 56. Antalya Film Festivali’ne katılabilen şanslı azınlık dışındaki sinemaseverler de izleme şansını yakaladı. Geçtiğimiz Kasım ayında Antalya’dan En İyi Kadın Oyuncu (Selen Uçer), Behlül Dal Jüri Özel Ödülü ve SİYAD En İyi Film Ödülü ile dönen film, 9 ay sonra pandemi koşullarında yarı online yarı fiziki şartlarla gerçekleştirilen 39. İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde seyirci karşısına çıktı.
Ümit Ünal öyle bir sinema insanı ki; Teyzem’den bu yana neyi kaleme alsa okurum –zira meraklısı dışında pek kimse bilmez ama kendisinin 4 tane de kitabı vardır-, hangi film için rejisör koltuğuna otursa, koşa koşa gider, defalarca izlerim. Bir önceki filmi Sofra Sırları’nı 3 kez seyrettim mesela, Anlat İstanbul’un ise hesabını tutamadım. Evet, çünkü gerçek bir rejisördür Ümit Ünal. Halit Refiğ ve Atıf Yılmaz kuşağından bize yadigâr kalan, sinemadaki usta-çırak ilişkisini, peliküle olan aşkı tatmış olan son gerçek sinemacılarımızdandır. (Bir üst kuşaktan halen hayatta olan Yılmaz Atadeniz, Erden Kıral gibi duayenlerimizi ayrı tutarım.) Ne yazdığını, ne anlattığını, ne çektiğini bilen insan sayısı öylesine azalıyor ki, size güzelleme koksa da bu paragraf Ümit Ünal’a manevi bir borcumuzdur.
Gel gelelim filme, “Aşk, Büyü vs.” Hem gizemli, hem de henüz daha ilk elde kendisini açık eden ismiyle Ünal’ın son filmi, 20 sene önce kilit altına alınmış büyülü bir aşkın kabuğunu, günümüzde soymaya girişiyor. İki başrole iki kadını oturtuyor Ümit Ünal; insan ister istemez heyecanlanıyor, çünkü kadın dünyasını nasıl anlatabileceğini bazen kadının kendisinden bile iyi biliyor. Zamanında, henüz ergenlik başta duman gezerken birbirine âşık olan iki kadın Eren (Ece Dizdar) ve Reyhan (Selen Uçer). Biri milletvekili, bakan kızı, diğeri o vekilin bahçıvanının kızı! Yani bir Yeşilçam ışınlanması ile ayrı dünyaların insanlarını 90’ların ortasına konduruyor senaryo. Fakat bu aşkta sınıfsal fark varken, cinsiyet farkı yok! Takvimler görece özgürleştiğimiz 90’ları gösterse de, olur mu canım hiç öyle şey! Tam bir rezalet (!) vakası ile iki genç kız birbirlerinden zalimce kopartılıyor. Öte yandan Eren bu ayrılığın en çok psikolojik şiddetini hissederken, yanlış adamın doğru kızını seven Reyhan’ın hayatı, (psikolojisinin yanı sıra) ekonomik, ailevi pek çok açıdan da zindana dönüyor. 20 sene sonra Eren hiç unutamadığını iddia ettiği gençlik aşkını bulmak için Büyükada’ya gelince, yaranın kabuğunu kaldırıp yırtmak, kanın akmasına izin vermek Reyhan için hiç kolay olmuyor doğal olarak.
Müthiş bir çatışma, Eren’in özlem dolu gözleri ve Reyhan’ın unuttuğu, unutmak istediği “Aşk” satırları üzerine kuruluyor filmin ilk bölümünde. Seyirci ister istemez Reyhan ile özdeşlik kuruyor, çünkü hak veriyoruz ömrünün en verimli yılları zalim bir adamın iki dudağı arasında bir çırpıda harcanan bu kadına. Dahası Eren’in kısaca özetlediği 20 yıl boyunca, özgürlüğünü eline almış bir kadın olarak ilk aşkını hiç arayıp sormamış olması, nihayetinde kimselere tutunamadığında Reyhan’ın karşısına çıkmaya yeniden cesaret etmesi karaktere biçilen kibir ile örtüşüyor. Ünal bazı hallerde saflık hırkası altına saklıyor Eren’in bu halini ama doğduğun aile karakterinin de büyük parçasını belirler.
Filmin ikinci yarısında ise “Büyü” kısmı devreye giriyor. Büyükada’nın yokuşlarına, sırtlarına öyle büyülü satırlar saklıyor ki Ünal, bu iki kadın vakti zamanında yapılan sözde büyüyü bozdurmanın nafile macerası arasında, hayatın kendi büyüsüne kapılıyor. Kah nefesi kuvvetli Aliye Hanım’ın oğlunun (Emrah Kolukısa) yalnızlıktan zombilere saran teorileri, kah Pembe Hanım’ın paraları sineye indiren gaibi! Ya da yalnız kozalağın yokuş aşağı yuvasına yuvarlanmasının büyüsü, vs! Yalnızlığın dehşetine karşılık, hayatın basitliğini satır aralarına ve doyumsuz ada manzaralarına gizliyor Ümit Ünal. Bu noktada teknik anlamda Türksoy Gölebeyi’ningörüntü yönetmenliğini es geçmeyelim. Nefis ters ışık oyunları ile sahnelerin atmosferini güçlendiriyor Gölebeyi’nindeneyimli elleri.
Çekmeceler filmindeki Deniz rolü ile büyük çıkışını yapan Ece Dizdar, inatçı eski âşık Eren rolünde üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyor. Bir tık daha ‘yırtık’ olan Reyhan’a hayat veren Selen Uçer’in oyunculuğu ise tek kelimeyle pürüzsüz. Karakterin çok iyi yazılmış olmasının da etkisiyle Reyhan’ı yaşayan bir insan, bu hikâyenin en görünen parçası yapmayı başarıyor Uçer ve Antalya’dan En İyi Kadın Oyuncu heykelciğe ile boşuna dönmediğini kanıtlıyor. Ayrıca süresi kısa olsa da oldukça tadında sahneleri ile Emrah Kolukısa ve Ayşenil Şamlıoğlu, büyü macerasının renkleri oluyorlar. Eren-Reyhan gerilimine denge getiren Gökhan karakterinde Uygar Özçelik’i de atlamış olmayalım; Gökhan bu hikayenin maalesef en kolay harcanan karakteri oluyor.
Çok uzun lafın kısası, neredeyse yok sayılmaya çalışılan queersinemamız açısından leziz bir film Aşk, Büyü vs. Ulusal yarışma seçkisinin bir diğer tür filmi olan Bilmemek ile aynı hafta içerisinde seyretmiş olmak insanı umutlandırmıyor değil hani! Ümit Ünal’ın filmografisinin olgunluk yapıtlarından Aşk, Büyü vs. yarışmadaki yüksek şansının yanı sıra umarız ki pandemi sürecinde ve sonrasında çok daha fazla seyirciye ulaşır!