Hesabım
    Dehşetin Yüzü 2
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Dehşetin Yüzü 2

    “Kilisenin, tekrar bir mucizeye ihtiyacı var…”

    Yazar: Gizem Şimşek Kaya

    Warner Bros yapımcılığında çekilen, The Conjuring evreninde ilk kez The Conjuring 2 (2016)’de görünen, sonrasında ise 2018 yılında kendi evreninde yolculuğuna devam eden kötü rahibe kılığındaki şeytani varlığı konu edinen The Nun filminin ikincisi olan The Nun 2, Türkiye’de gösterime girdiği adıyla Dehşetin Yüzü 2’nin yönetmen koltuğunu Corin Hardy’den; The Curse of La Llorona (2019) ve The Conjuring: The Devil Made Me Do It (2021) filmlerinin de yönetmenliğini yapmış olan Michael Chavez devralıyor. James Wan ile Gary Dauberman’ın yarattığı karakterleri Akela Cooper, Richard Naing ile Ian Goldberg’in senaryoya aktardığı filmin görüntü yönetmenliğini Tristan Nyby üstlenmiş. Müzikleri Marco Beltrami tarafından yapılan filmin oyuncu kadrosunda ise serinin ilk filminde olduğu gibi Taissa Farmiga ve Bonnie Aarons, Jonas Bloquet’un yanı sıra Storm Reid, Anna Popplewell, Katelyn Rose Downey, Suzanne Bertish, Leontine d’Oncieu, Anouk Darwin Homewood, Peter Hudson, Tamar Baruch, Natalia Safran, Maxime Elias-Menet, Pascal Aubert gibi isimler bulunuyor.

    Filmin konusunu rahibe Irene'in şeytan rahibe Valak ile bir kez daha yüz yüze gelmesi oluşturuyor. Yaşanan olaylardan dört yıl sonra Rahibe Irene, yaşadığı travmayı atlatmaya çalışmaktadır. Bu sırada garip olaylar ve açıklanamayan ölümlerle ilgili söylentiler yayılmaya başlar ve kısa süre sonra Irene, iblisle ilk karşılaştığı manastıra geri çağrılır. Tuhaf olayları araştırmaya başlayan Rahibe Irene, Valak'ın geri döndüğünü ve her zamankinden daha güçlü olduğunu keşfeder. Rahibe Irene korkularının üstüne gidip, iblisle tekrar yüzleşmek zorundadır.

    Neden rahibe karakterleri korku filmlerinde kullanılıyor?

    The Nun filminin eleştirisini kaleme alırken Valak adı verilen şeytani varlık üzerinden ilerlemiştim. Bu kez sinema tarihinde sıklıkla karşımıza çıkan korkutucu rahibelerden biraz bahsedelim. Uhrevi ve gizemli karakterler olan rahibeler kilisenin temsilcileridir. Saflık yemini etmiş olan bu karakterlerin bir şeytan tarafından ele geçirilmesi, tanrıya inancı olan ya da olmayan herkesin başına bu tür korkunç bir musallatın gelebileceğine işaret eder. Saf ve kutsal olanı temsil eden rahibelerin kötü ya da şiddet içeren davranışlarda bulunması da özellikle inançlı izleyicileri çok daha fazla rahatsız edebiliyor. 

    Rahibeler içerisinde bulundukları korku filmlerinde belirli arketipleri temsil ediyor; bunlar kiliseye bağlı olmaları nedeniyle otorite, kendilerini halktan uzak tuttukları için gizlilik, kötülüğün güçleriyle ilgilendikleri için doğaüstü ve bekaret yemini ettikleri için seks unsurları üzerinden kullanılabiliyorlar. Haxan (1922), Les Demons (1973), Satanico Pandemonium: La Sexorcista (1975), L’altro inferno (1981), Demonia (1990), Dark Waters (1993), Desecration (1999), The Convent (2000), The Magdalene Sisters (2002), The Devil’s Doorway (2018), Curse of the Nun (2019) gibi filmlerde şeytani rahibeler ile karşılaştığımız gibi Prey For The Devil (2022) ya da La Exorcista (2022) gibi rahip yerine rahibelerin şeytan çıkarma yaptıkları az sayıda filme de denk gelebiliyoruz. To the Devil a Daughter (1976)’da olduğu gibi şeytanın çocuğu rahibeleri hamile bırakarak doğurtmaya çalışan bir rahibin yönettiği satanist tarikat ya da St. Agatha (2018) gibi evlilik dışı hamile kalan kadınları öldürüp bebeklerini çocuk isteyen ailelere satan manastırdaki rahibeler izleyicileri rahatsız etmek adına kullanılabiliyor. Bütün bunlarla birlikte yerli korku sinemamızdaki Ecinni (2018) ve Ecinni: Tılsımlı Mezar (2019) filmleriyle korkutucu rahibe karakterinin bizde de bulunduğunu söylemek gerekiyor. Bizim şeytani rahibemiz ise eski bir Ermeni köyünde yer alan mezarında bulunan definenin çalınmaya çalışılması ile lanetlediği kişilerin peşine düşüyor. 

    İlk filmde neler olmuştu?

    1950’li yıllarda Romanya’da şehirden uzak bir manastırda yaşamını sürdüren genç bir rahibe intihar eder, büyülü geçmişi olan bir rahip ve yeminini henüz etmemiş bir rahibe, olaya dair bir kanaate varılmadan önce olayı araştırmak üzere Vatikan tarafından gönderilirler. Araştırmaları onları oldukça güçlü eski bir şeytani varlığa ulaştırır.

    4 yıl sonrasına gelecek olursak…

    The Conjuring 2’de ilk kez izleyicilerin karşısına çıktığında oldukça korkutucu olan; dışavurumcu Alman Sineması’nda kullanılmış olan gölgeleri ya da sanatsal portreleri kullanarak yaratıcı korku sahneleri ile etkileyen Şeytani Rahibe nam-ı diğer Valak karakteri, artık fazlasıyla karşılaştığımız için korkutucu bir etki yaratmıyor. İnsanların korkularıyla beslendiğini The Conjuring 2 ve Annabelle Comes Home (2019)’da da gördüğümüz Valak karakteri, istediği biçime girebilme yeteneği olmasına karşın rahibe olarak görünmeyi daha çok tercih ediyor. Bu tercihin altında; aslında musallat olduğu, dini inancı yüksek kişilerin inançlarına darbe vurmaya çalışma gayesi yatsa da maalesef yüzü adeta eskiyor ve korkutucu gelmemeye başlıyor. Annabelle: Creation (2017) filminde de aslında Annabelle’in lanetinin oluşmasına yardımcı olan Valak bir fotoğraf karesinde kimsenin tanımadığı bir rahibe olarak da karşımıza çıkıyor. Bu durum da aslında Valak’ın aslında ne yapılırsa yapılsın hiçbir şekilde gönderilemediğini biz izleyicilere fısıldıyor.

    Valak karakterinin izinde Conjuring evreninin son halkasına dalmadan önce sıralamasını hatırlamakta fayda var; 1952 yılında Romanya’daki manastırda yaşananları anlatan The Nun ile başlayan olaylar zinciri 1955 yılında Annabelle: Creation ile devam ediyor ve burada Romanya’da bir manastırda çekilmiş olan fotoğraftaki Valak’ı görebiliyoruz. Sonrasında şu an izlemekte olduğumuz The Nun 2 ile 1956 yılına geçiyoruz ve Valak tekrar saldırıya geçiyor. Yani timeline bu evrende oldukça farklı şekilde ilerliyor. Sonrasında 1967’de geçen The Conjuring öncesi dönemdeki Annabelle bebeğine odaklanan Annabelle (2014) filmi geliyor. Ardından 1967’den Annabelle Comes Home ile devam ediyoruz ve Warren’ların lanetli nesneler müzesinde korkunç bir gece geçiriyoruz. Sonrasında ise 1971 yılına yani The Conjuring (2013)’e geçerek Ed ve Lorainne Warren ile birlikte Bathsheba adlı varlığın peşine düşüyoruz. The Curse of La Llorona ile 1973 yılına geçiyoruz. Sonrasında 1976 ile 1977 yıllarında geçen The Conjuring 2 (2016) geliyor ve Amityville vakasına selam verip Enfield vakasına haliyle de Valak’a geçiş yapıyoruz. Sonrasında The Conjuring 3: The Devil Made Me Do It ile 1981 yılına ve İblis Cinayeti’ne geçiş yapıyoruz. Bir ileri iki geri olarak ilerlediğimiz bu evrenin haritasını da verdiğimize göre filme geri dönebiliriz.

    Sinematografisi, ışık ve gölge oyunları muazzam olan filmde, ilk filmdeki tek mekâna sıkışmışlık durumu farklı manastır ve kiliselere geçilerek aşılsa da maalesef senaryonun matematiği çok didaktik ve klişe olarak ilerleyerek yenilikçi hamlelerin önünü kesiyor. Çocuk karakter ve top gördüğünüzde o topun hareket edeceğini zaten biliyorsunuz, bu da sanki elinizde bir harita ile korku tüneline girmeye benziyor. Haritada işaretli yerlerde neler çıkacağını bilerek, güvenli bir ortamda neredeyse hiç korkmaksızın yürüyebiliyorsunuz. Film bir yerden sonra didaktikliği ile birlikte define avı hikâyesine de dönüşmekten geri kalmıyor. İlk bombanın düşüşü ile bulunduğu mühürlü alandan dünyaya geçtiğini öğrendiğimiz korkunç rahibeyi ne İsa’nın kanı durdurabiliyor ne de başka bir doğaüstü mucize. 

    1970’lerde başlayan, gençleri kiliseye ve inanca geri döndürme çalışmalarının devam eden örnekleri olan şeytan çıkarma filmlerinin neredeyse hepsinde karşımıza çıkan “Kiliseden başka kurtuluş yok, inancına sarıl” sözleri havalarda yankılanarak izleyicilere ulaşıyor.

    Filmin iyi yanları yok mu derseniz, tabii ki var. Dergi sayfalarının rüzgarla değişerek King Kong’dan Everest Dağı’na değin farklı fotoğrafların kolajından Valak’ın ortaya çıkması gibi yaratıcı korku sahneleri var ama bunlar da hali hazırda fragmanlarda kullanıldığı için izleyiciler için geriye klişelerden başka bir şey kalmıyor. Filmin 110 dakika olması ve gereksiz klişelerle doldurulması bu yaratıcı sahnelerin artılarının üzerine basıp geçiyor.

    Sonuç olarak The Nun 2; bu sene gösterime giren yüksek bütçeli korku filmleri arasında ilk beşe kıyıdan köşeden dahil olamazken, son dönemin korku filmlerinin klişeleşmesi nedeniyle ilk onda yer almayı şimdilik başarmış gibi görünüyor. Conjuring evreninin sıkı takipçisiyseniz, fazla beklentiye kapılmaksızın mutlaka izlenmeli. Ancak… Dikkat dikkat! Sinefilseniz ve korku haritalarının kitabını yazdıysanız film biraz sıkıcı olabilir…

    Gizem Şimşek Kaya

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top