Kim kimin şarlatanı?
Yazar: Duygu KocabaylıoğluGeçmişten günümüze Polonya sinemasının mihenk taşı olan Lodz Film Okulu’nun yaşayan ve üretmeye devam eden son efsanelerinden biri olarak bildiğimiz Agnieszka Holland - diğerleri hızlıca Krzysztof Zanussi, Roman Polanski ve Jerzy Skolimowski olarak sayılabilir- 72 yaşında ve ekseriyetle, halen kamera arkasında, festivallerde, kırmızı halıda! 2019’da Mr. Jones filmiyle Altın Ayı için Berlin Film Festivali’nde yarışan Holland, tam bir sene sonra Şarlatan ile Teddy Ödülü için adaylar arasında yer almayı başardı. Ansızın patlayan Covid-19 pandemisi nedeniyle şubat ayındaki dünya prömiyerinden aylar sonra (Ağustos 2020) ülkesi Çekya’da vizyona girme şansını yakalayan film, ülkemizde ilk kez 10. Suç ve Ceza Film Festivali kapsamında, iki online seansta seyircisiyle buluştu…
Festival kapsamında Onur Ödülü de alan Holland, yine bir biyografik hikâyeyi, parmak ısırtan kurgusal bir boyuta taşımayı başarıyor. İçinde savaş vahşeti, Naziler ve komünist rejimin baskıcı, paranoyak yüzü de yer alan dönem dramanın dozunu tam kararında ayarlıyor yönetmen; üstelik işine saplantılı bir karakterin psikolojisini tüm filme yedirerek yapıyor bunu. 20 yüzyılın ortalarında komünist Çekya’da herhangi bir sağlık sorunu olan genç-yaşlı, ünlü ya da halktan hemen hemen herkesin adını bildiği şifacı Jan Mikolásek (Ivan Trojan) tarihin tozlu sayfalarından sıyrılıp, muayenesinde numune inceleyen kanlı canlı bir adama dönüşüyor. Dahası Holland’ın kamerası, Komünist Parti otoritesine boğun eğmeyen bu tartışmalı figürün en mahremine girip bu tehlikeli suları yeniden kurgulamaktan da kaçınmıyor. Marek Epstein’ın sık geriye dönüşlü senaryosu hem karakter analizi hem de seyircinin hikayeye olan ilgisini diri tutması açısından da bu anlamda iyi çalışıyor.
Güzel Türkçemizin zengin argosunda bir söylem vardır, “idrardan karakter tahlili yapmak”. Bitki uzmanı, şifacı Mikolásek’in uzun yıllar boyunca yaptığı bir tek farkla bu. Tam karakter analizi olmasa da idrardan yaşam tarzı ve hastalık teşhisinde bulunmak denebilir buna; üzerine bir de kendi özel karışımlarından bitkisel reçeteler sunmak ve satmak, ondan haz etmeyenler tarafından şarlatanlıkla yaftalanmasına yetiyor. Üstelik dinsel dogmaları rafa kaldırmış olan komünist bir memlekette yüzünü – tüm içsel ikilemine rağmen- Tanrı’ya, İsa’ya dönmüş bir iyileştirici Mikolásek. Tedavinin “Yüzde ellisi doğadan yüzde ellisi inançtan”dır diyecek kadar ileri giderek fikrini ‘özgürce’ ifade ediyor. Epstein’ın senaryosunu iyi kurgulayan Holland, karakterin özel hayatındaki tercihleri ile dini inancının yarattığı kırılımı sıklıkla görselleştiriyor, hatta seyircinin gözüne sokuyor. Özellikle Polonya, 1945-1989 arası komünizmin hâkim olduğu tüm Doğu Avrupa coğrafyasında en dindar halk olarak bilinir; Agnieszka Holland sinemasının da dna’ların işlemiş bu rejim/din kırılımını, iyi tanıdığı Çek topraklarında geçen bir hikâyede de yorumlamayı başarıyor.
Bilimin karşısında ‘kocakarı’ ilaçları, akılcı yaklaşımın karşısında Tanrı/din ve tabii ki mevzunun kilitlendiği noktada ekonomi; herkesin eşit, ücretsiz aldığı sağlık hizmetinin karşısında insanlara sattığı bitki karışımları ile zengin olmuş bir adam. Komünist rejim kendi erki dışındaki zenginliği ve kontrolü altında tutamadığı büyümeyi sevmez. Tıpkı demokrasi kılıfındaki tüm diğer totaliter rejimler gibi! Bu noktada, Mikolásek’i görünmez kanatları altına alan Antonín Zápotocký yönetiminin de Moskova hegemonyasındaki diğer komünist hükümetlere nazaran bir nebze daha yumuşak seyrettiğini, muhtemelen sadece şifacımıza değil anti-komünist olarak nitelendirilebilecek başka kişilere, uygulamalara da göz yummuş olabileceğini ekleyelim. Holland’ın kamerası Mikolásek’e ve yardımcısı Frantisek Palko’ya uygulanan baskı, tutuklama ve yargılama süreçlerinde yaşananları aktarırken rejimi ve temsilcilerini katıksız biçimde öcüleştirmeyi de ihmal etmiyor. Bir tanecik bile ‘iyi’ hapishane görevlisi yok mesela; ‘şarlatan’ etiketiyle Jan Mikolásek hakkında yalan haber yapanlar da devlet yayını ya da atanmış avukatın müvekkilinin lehinde pozisyon alması ancak kendi ipinin de çekileceğini fark ettiğinde mümkün oluyor… Bu da 72 yaşındaki yönetmenin halen geçmiş rejimle hesaplaşmasının bitmediğine dair bir eleştirimiz olarak burada dursun…
Bu biyografik hikayenin akıcılığında oyuncu seçiminin payından bahsetmek gerek. Genç ve kafasının dikine giden Mikolásek’i Josef Trojan, olgun ve kendini insanları iyileştirmeye adamış Mikolásek’i babası Ivan Trojan canlandırıyor! İkisinin ortak noktası ise bazen amaca giden yolda merhametsiz olabilmeleri. Kamera arkasındaki bir yönetmen daha ne ister, bilmiyorum; ama bir karakter geçişinde rastlanabilecek en iyi görsel bütünlüklerden biri Şarlatan filminde karşımıza çıkıyor. ‘Sonuna kadar sadık’ yardımcı Frantisek rolünde de Juraj Loj filmin ikinci adamı olarak sağlam bir performans ortaya koyuyor. Tüm bu artıların pürüzsüz görüntü ve sanat yönetimi ile birleştiğini de ekleyelim. Özellikle idrar şişelerinin güneş ışığındaki analiz sahnelerinde kullanılan ışık ve görsel efektler Holland’ın teknik anlatım açısından da elini güçlendiriyor.
Şarlatan filminin tüm dünyada tekrar şaha kalkmış olan Covid-19 salgını sürecinde ve aşıların piyasaya sürülmesi tartışılırken seyircilerle buluşması da ayrı bir ironi. (Bizim gibi ülkelerin bir de burnuna tereyağı sürdüğünü düşünürsek…) Zira Holland, çaktırmamaya çalışsa ve muğlak bir finale imza atsa da aslında bu hikayede taraf tutuyor. Belki kendisine doğrudan sorsak bilimin tarafında olmayı tercih edecek ama buna da komünist rejime halen duyduğu antipati izin vermiyor. Politik duruşu nedeniyle ciddi baskılar gören, genç yaşta hapse atılan ve memleketini terk edip, hayatını uzun süre ülkesi dışında yaşayan bir sanatçı için aksi de çok mümkün değil belki de… Şimdiye kadar sinemaların açık olduğu Doğu Avrupa ülkelerinde ve online festivallerde seyirci ile buluşan Şarlatan’ı 10. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali kapsamında 28 Kasım 2020 Cumartesi gecesine kadar festivalin çevrimiçi yayın platformundan seyredebilirsiniz.
Uzun lafın kısası ne bitki çayından tamamen vazgeçin ne de halen genç olan bilimi veya aşıları sorgulamaktan. Başımıza ne geliyorsa, önümüze her konulana körü körüne inanmaktan gelmiyor mu?
Sağlıkla ve sinemayla kalın.