Kaç kaçabildiğin kadar!
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu“Eleştiri yer yer mecburi spoiler içerebilir”
İlki ülkemizde 2019 yılının Ocak ayında vizyona giren Ölümcül Labirent (Escape Room) serisinin ikinci filmi, vizyon tarihi açısından oradan oraya seke seke nihayet Eylül 2021’e sabitlendi. Sinemaların tamamen kapalı olduğu ayların acısını çıkartırcasına bir haftada 10+ filmin gösterime girdiği kalabalık vizyonda kendisine yer bulan gerilim türündeki yapım, en azından teknik anlamda türünün benzerleri arasından bir nebze sıyrılmayı başarıyor...
Çok sayın okuyucular, sizden bir ricam olacak. Şimdi gözlerinizi kapatarak kendinizi şu sahne içinde hayal edin: Sonunda iyi bir para vaadinin olduğu bir korku evi oyununa dahil olmuşsunuz, fakat işler hiç umduğunuz gibi gitmemiş, paranın gözü kör olsun yanmaktan, donmaktan, boşluğa çakılmaktan, nefessiz kalıp duvarların arasında sıkışmaktan canınızı zor kurtarmışsınız; ve evet hayatta kalmayı başararak bir de ekibinizden bir arkadaşınızın da hayatını kurtarmışsınız. Ve bu cehennemden –en azından fiziki- uzakta yaşıyorsunuz tek bir problem var polisler – ya da psikoloğunuz- dâhil hiç kimse size, sizin neler yaşadığınıza tam anlamıyla inanmıyor. Dürüstlükle söyleyin güç bela kurtulduğunuz o cehenneme sırf yaşadıklarınızı ispatlamak için geri döner misiniz?
Aklı başında hiçbir insan evladı bu soruya evet demez, Ölümcül Labirent: Şampiyonlar Turnuvası filminin başrolü Zoey (Taylor Russell McKenzie) ve bir şekilde ikna etmeyi başardığı, sadık arkadaşı Ben (Logan Miller) hariç! Dizlerinde battaniye, elinde çekirdekle Türk dizisi karşısında “Kaç kız kaç!” diye bağıran babaanne misali filmin ilk sahnesinden itibaren Zoey’i uyarmaya çalışsak da nafile. Oğlak burcu mudur kendisi bilemiyoruz ama “O binaya döneceğim, Minos’un yaptıklarını kanıtlayacağım” inatçılığı ile kendisini de hayatını kurtardığı dostu Ben’i de, yepisyeni bir tehlikeler oyununa daldırıyor. Üstelik bu sefer kendileri gibi oyunlardan sağ kalarak çıkmayı başaran diğer oyuncularla da mecburen bir ekip oluyorlar.
İlk filmin senaryosu Bragi Schut ve Maria Melnik ikilisine aitken, ikinci devam filminde Schut gidiyor ve yerine Will Honley, Daniel Tuch ve Oren Uziel’den oluşan bir kadro geliyor. Yani yukarıda sıradan bir fani bakışıyla yeniden yorumladığımız Hollywood senaryosu, dört senaristin kaleminden çıkma. Yönetmen koltuğundaki isim ise sabit: Bu seriden önce uzun metraj olarak gerilim filmi Deborah Logan'ın Hikayesi (The Taking)’ne imza atan sinemacı Adam Robitel. Robitel, bu bol oyuncaklı ölüm odaları evrenine çok ısınmış olacak ki şimdiden üçüncü film için birtakım ipuçlarını yabancı basına verdiği röportajlarda açık etmiş görünüyor. Zira ikinci filmin finali de kör göze parmak biçimde devam filmine işaret ediyor.
Korkudan ziyade psikolojik gerilim türünde değerlendirebileceğimiz Ölümcül Labirent: Şampiyonlar Turnuvası’na geri dönersek, ikinci filmin de en az birincisi kadar başkarakter Zoey üzerinden çerçevelendirildiğini söyleyebiliriz. Çerçeve hikaye de dahil olmak üzere en çok vurgu Zoey ve onun yenemediği travmaları üzerinde. İkinci bölüm, geçmişle yüzleşmeden ziyade Minos ve ekibinden intikam almak gibi görünse de, yine başkarakter çevresinde şekillenen, geçmişlerine yüzeysel olarak değinilen yan karakterlerin en fazla Zoey’i ve onun hikayesini desteklemek için orada olduğu bir akış seyrediyoruz. Ah, zavallı Theo ne çabuk harcadılar seni! Üstelik ilk filminden geri gelerek seyirciyi şaşırtan Amanda karakterinin bu dönüşü bile aslında Zoey ile bağlantılı. Öte yandan, tüm kurgu neredeyse onun üzerine inşa ediliyorken – şahsen- özdeşlik kurmanın zor olduğu bir karakter Zoey. İnatçılığından mıdır, çok bilmişliğinden midir nedir, ilk filmi de sayarsak 3 saatlik Ölümcül Labirent yolculuğunda kendisine hiç ısınmadığımı belirtmek zorundayım. 3. filmde beklenmedik bir twist olsa ve bu sefer iyiler kazanmasa, ben bir seyirci olarak pek üzülmem, hatta bir sinema yazarı olarak da daha profesyonel ve zekice bulurum böylesi bir finali.
Bir gerilimi filmi açısından aksiyonu bol olan yapım, teknik anlamda en yüksek puanı tabii ki birbirine geçişken olarak tasarlanan ölüm odacıklarından topluyor. İtiraf etmek gerekir ki senaryo bize sürekli Zoey’i dayatsa da yapım tasarım ekibi mümkün mertebe orijinal kurgularla ölüm odaları tasarlamış. Hatta ilk filme göre bulmacaların, yapbozların çok daha fazla zeka ve hızlı düşünme gerektirdiğini dile getirmek gerek. Şahsım ben art-deco bankadan çıkamaz, oyuna veda ederdim! Bu arada bir dip notu sormadan geçemeyeceğim; Ben bu kadar seri akıl yürütebilecek kadar zekiyse, uyduruk işinden atıldıktan sonra bile neden hala işsiz? Ah senaryo açıkları, ah!
Uzun lafın kısası, ilk filmi seven devam filmini de sıkılmadan, merakı canlı tutarak izleyebilir. 88 dakikalık makul süresiyle en azından odalar arası macerada yine seyircinin merakını diri tutacak, teknik anlamda da iyi kotarılmış bir film var karşımızda. Vizyonda seyretmeden evvel olası bağlantıları yakalamak için ilki filmi izlemeniz tavsiye olunur. (Ülkemizde Google Play’de mevcut.)
Son bir not ekleyelim: Filmin yasadışı film izleme sitelerine düşmüş bir versiyonu da var; fakat bu sinemalarda gösterime giren film değil. Gelişme bölümündeki sahnelerin aynı olduğu fakat esas vurucu çerçeve hikâyesi, başı ve sonu tamamen farklı, oyuncu kadrosu da bu anlamda farklı olan, alternatif bir kurgu. Ve muhtemelen yasal dijital platformlardaki cazibeyi de arttırmak adına bu alternatif kurgu da pazarlamanın bir parçası olarak kullanılacak. Ama ülkemizde vizyona girecek film şu an internette dolaşan film değil. Özetle aldanmayın ve unutmayın film, sinema salonunda seyredilir!