Hesabım
    Nomadland
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Nomadland

    Yolun Sonunda Mutlaka Görüşeceğiz

    Yazar: Onur Kırşavoğlu

    Katıldığı festivallerde övgülere boğulan, şimdiden birçok listenin bir numarası olan ve merakla beklediğimiz Nomadland, sonunda İstanbul Film Festivali kapsamında düzenlenen Filmekimi Galaları gösterimleriyle karşımıza çıktı. The Rider’la 2018 yılında harika bir işe imza atan Chloe Zhao’nun yönetmen koltuğunda oturduğu, Jessica Brurder’in “Nomadland: Surviving America in the Twenty-First Century” adlı kitabından uyarlanan filmin başrolünde Frances McDormand yer alıyor. David Strathairn’in de rol aldığı filmin diğer oyuncuları ise filme konu olan hayatı yaşayan gerçek kişilerden oluşuyor. Filmin senaryo ve kurgu çalışmalarını da Chloe Zhao’nun yaptığını belirtelim ve filme geçelim.

    Filmin muhteşem anlatımı ve kurulan atmosferiyle başlamak sanırım doğru olacaktır. Zhao, bir yol filmine imza atarken, Malickvari bir atmosfer kuruyor ve anlatısını belgesel türüne yakın bir noktada oluşturuyor. Doğa görüntüleri, karakterleri yakından hissetmemizi sağlayan kamera kullanımı ve geniş açıyla verilen, Western filmlerinin arka fonunu oluşturacak planlar, Malick sinemasını anımsatan ve Zhao’nun The Rider filminde de bolca kullandığı tercihlerdi. Kaldı ki, Malick’in Badlands filminin geçtiği Güney Dakota’da çekilen sahneler ve kullanılan benzer açılar da bunu destekler nitelikte. Bu görsel bonusların yanında, Zhao’nun yol filmi, Amerikan bağımsız sinemalarında örneklerini gördüğümüz birçok filme benziyor ama asla kopya olmadığı gibi, bir o kadar da özgün kalmayı başarıyor. Belgesel tarza yakınlık ise filmin en büyük ve gerçekçiliği destekleyen unsuru. Bu filmin türü için belgesel diyecek izleyicilere asla itiraz edilemeyecek derecede ön planda olan bu anlatımı, özellikle kendini oynayan ve hayatından kesitleri aktaran kişilerin monolog ya da diyaloglarında bulmak mümkün. Bu gerçekliğin içinde bir kurmaca filmden ziyade, göçebe hayatı yaşayan insanların yaşantısını öğrenmek ve onlarla bir bağ kurmak son derece mümkün. Elbette, bunların toplamını alıp, yanına Joshua James Richard’ın sinematografisi ve Ludovico Einaudi’nin müziklerini koyunca ortaya şiirsel bir modern ağıt çıkıyor.

    Zhao’nun yönetmenliği ve atmosfer kurma becerisi ne kadar iyiyse, Frances McDormand’ın performansı da o kadar iyi, hatta daha iyi. Filmin, tüm bu özellikleri bir yana, McDormand’ın oyunculuğu bir yana... Hali hazırda, zaten gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan olan ve harika performanslar ortaya koyan McDormand’ın Nomadland performansı için en iyisi demek sanırım yanlış ya da abartı olmaz. Filmin belgeselvari anlatımına uyan, gerçek hayattaki hikayeleriyle filmde yer alan diğer oyuncuların yanında hiç sırıtmayan, hatta onlardan daha gerçek gelen, inanılmaz bir performansla karşı karşıyayız. Bu başarılı performans, filmin bütün dertlerine, söylemlerine ve hatta atmosferine bile yardımcı oluyor. Kısacası, sinema tarihine geçecek, kusursuz bir performans.

    McDormand’ın canlandırdığı Fern karateri üzerinden, filme bir de “karakter sineması” etiketi koyup ne kadar yönlü olduğunu söyleyebiliriz. Fern, 2008 yılındaki ekonomik çöküş sonrası, işini ve eşini kaybetmiş, kalan her şeyi de bırakarak bir yolculuğa çıkmış, hüzünlü görünse de oldukça güçlü bir karakter. O dönem yaşanan ekonomik sıkıntı sonucu posta kodu dahil iptal edilen bir bölgenin insanı. Fern gibi, o dönemin en çok vurduğu insanlar da orta yaş ya da bir üst yaş grubuna ait, erken emekli edilmeye çalışılan ve bu hakları konusunda sıkıntı yaşayan insanlar. Bir de tabii yok olmaya mahkum edilmiş, küçük ölçekli işletme / fabrika sahipleri ya da çalışanları. Zaten meselenin, Fern üzerinden ilerlese de siyasi ve ekonomik mesajları da bu karakterler üzerinden veriliyor. Kısa sürede bu duruma düşen insanlar ve onlar fakirleşirken daha da zenginleşen insanlar da bu söylemlerden nasibini alıyor. Tabii ki yanlış politikalar ve sistemin sorunları da derinlemesine olmasa bile söylem olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu insanlar, bu durumla başa çıkmayı bir şekilde yolculuk yaparak, karavanlarında yaşayarak ve göçebe bir hayat sürerek yapıyorlar. Kimisi halinden memnun, özgürleşmeyi, yaşlanmayı ve bir şekilde hayatta kalmayı, yapabilecekleri en güzel şekilde gerçekleştirmeye çalışıyor. Elbette, bazılarının ki ise tamamen zorunluluk; Ölüme yaklaşırken, geride bırakılanlar ve kayıpların ardından sadece zamanı doldurmak ya da kendilerini başka şeylere adayarak boşluk doldurmak. Zira, Zhao’nun da dediği gibi, kayıplarımızla yolun sonunda mutlaka görüşeceğiz ve bir araya geleceğiz.

    Fern, filmin bir yerinde en can alıcı repliklerden birini ortaya koyuyor ve bir evsiz olmadığını, sadece bir “ev”inin olmadığını söylüyor. Zira, kayıpların ardından, göçebe hayatı yaşayan birçok insanın yapı olarak bir evi yok ama bu durum onlar için sadece nesnel. Aslında, yaşadıkları karavanlar tamamen kendi evleri ve yuvaları. Fern, karavanının tamir parasının neredeyse yeni bir karavan alacak kadar edeceği söylendiğinde de, Şükran Günü için kalacak oda verilen evde de, kardeşi ve eski komşusu tarafından içtenlikle yanlarında kalabileceği söylendiğinde de aynı şeyi hissediyor ve uyguluyor: Benim bir yuvam var! Bu sebeple, yeni karavan almak yerine tamir ettirmeyi seçiyor, kalacak misafir odası yerine karavanda uyumayı tercih ediyor ve teklifleri birer birer reddediyor. Her geçici işin ve bölgenin sonunda, evi olan karavanında, huzurla ve güvenle yola koyuluyor. Değişen sadece komşuları ve park edecek yer bulma sorunu oluyor.

    Nomadland, hiçbir şekilde ajitasyona girmeden ama göğsümüze büyük bir yumruk atarak salondan ayrılmamıza sebebiyet veriyor. Zhao, tıpkı The Rider filminde olduğu gibi alışılmışın dışında kodlar kullanarak yine bir Western hikayesi anlatıyor. The Rider’da erkeklik, güç ve ait olma kavramlarını, yine Malick ve Cassavetes tarzı anlatımla önümüze koyan ve şahsi fikrimce o senenin en iyi filmine imza atan Zhao, bu kez bir kadın hikayesiyle, ölüm, yaşam, hayatta kalma ve kayıpların ardından yaşadıklarımızla, belki de yine yılın en iyi filmine imza atıyor. Son yılların en heyecan verici yönetmenlerinden olan Zhao’nun bir Marvel filmi çekmek üzere olduğu notuyla yazımı bitireyim. Marvel filmleri için, Scorsese ustanın “sinema bu değil” cümlesine katılanlardanım ama kim bilir? Belki de Zhao sayesinde Marvel filmleriyle bir barışma imkanım olur.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top